“Alamancılar Tayyip’e veriyor. Orada yuro kazanıyor, burada lira harcıyorlar, keyifleri yerinde tabi. Alamancılar oy veremesin”! Bir yere kadar doğru olan bu argümanı, siyaset teorisinden yana destekleyelim – ve en baştan hemen belirteyim: Ben de yurt dışındayım ve andığım şartı sağlamadığım için benim de (şu anki durumda) oy vermemem gerekli. Yani yurt dışında yaşayanların oy hakkı, ancak bir şartta bulunmalı.
Peki, nedir bu şart? Vergi. Kısa kısa gidelim.
No Taxation without Representation
İki yüz elli seneden fazla zaman önce Amerika’daki İngiliz kolonileri krala bir faks çektiler ve şunu yazdılar:
“Sayın Kral Hazretleri,
Alman’dır demedik, 20 yaşında tahta çıkmış toy bir bebedir demedik, kendi zevkine bizim buralarda İspanyollarla ve Fransızlarla savaşmana bile bir şey demedik ama sınırı çok aştın! Ne demek “benim bütçe açığım var ve bunu Amerikalılar kapatsın”? Vergi almaya gelince aklına geliyoruz, hizmet vermeye gelince “aramızda okyanuslar var” çekiyorsun. Parlamentoda bir Allah’ın Amerikalı kulu yok ama maşallah, para istemeye gelince hepimizi hatırlıyorsun. Hayır ulan! Temsil yoksa vergi yok!
Saygılarımızla ilgilerinize arz ederiz,
Dokuz Koloninin Müdürleri”
Bizim tartışmamız Amerikalılarınkinden farklı olacaksa da bu bilgi aklımızda bulunsun.
Bir Hak Olarak Oy Verme
Demokrasi tarihi aslında eskiye dayanır: Nerede birbirine denk güçlere sahip kimseler ortak karar vermeye çalışırsa orada demokrasinin bir formunu görürüz. Yani üç kişi ava çıktı, ikisi aslan avlamak istiyor biri istemiyorsa o aslan avlanacak. Bu da demokrasinin bir hali. Belki bu yüzden Schumpeter demokrasiyi biraz daha ciddiyetli göstermek için “institutional arrangement” dedi – kurumsal uzlaşma.
Oy verebilmek için çeşitli şartların karşılanması gerekli. Bunların en önemlisiyse denkliğin diğerlerince kabulü. Bugün vatandaşlıkla doğuştan geldiği için fark etmiyoruz fakat koskocaman Britanya’da First Reform Act 1832’de geçti, dördüncüsü 1918’de – ve bu arada oy verme hakkı ama az ama çok genişledi. 1832’de zaten elde bir meclis vardı ve pek çok asırdır meclis hep çalışmıştı. Aristokrasi, yapısı gereği (bir yere kadar) demokratiktir ve kararlar, sultanlık/absolüt monarşide olduğu gibi bir kişi tarafından değil ekseriyetle bir heyet tarafından alınır.
Peki, bu heyette kimler bulunur? Blue blooded denen aristokratlar, yani seçkinlerle zenginler. Bu yüzdendir ki 1832’de oy verme hakkı, yani mecliste bulunacak temsilcileri belirleme hakkı önce parası olan erkekleri kapsayacak şekilde genişlemiştir. Yani aristokratlar, zenginleri, en azından bu konuda kendilerine denk kabul etmiştir. Zaman içinde bugün anladığımız demokrasiye de gelinmiştir. Peki, neden zengin erkekler oy verebildi önce?
Vergi ve Maliye
Devlet, zor kullanma ve para basma (yani ekonomiyi yönetme) tekelini belli sınırlar dahilinde eline almış bürokratik yapıdır. Rejimi ne olursa olsun bu tanım zaman ve mekan sınırı olmaksızın geçerlidir ve siyaset, bürokrasi olarak genelleștirdiğimiz kavramın parçasıdır. Zaten kelimenin parçaları yazı masası (bureau) + yönetim (kratos), yani kanunun yönetimi. Kanunu yapan meclis, yani bürokrasinin tepesinde meclis var.
Devleti tanımlarken kullandığımız ikinci ve üçüncü kavramlar, zor kullanma ve para, aristokrasiden demokrasiye geçişin sebepleri: 17. asırdan itibaren zenginler de aristokratlar gibi maddi ve ekonomik güce sahip olmuşlar. Neden aristokratlardan aşağıda konumlansınlar ki?
İşte aristokrasinin zenginlerin de kendilerine denk olduklarını kabul etme sebebi bu kadar basit. Tabi ki hiçbir hak gibi bu da öylesine verilmedi, uğraşlar sonucu alındı fakat bu tarih, başka yazının konusu. Bize lazım olan şu: Denildi ki “benim de param var, ben tonla vergi veriyorum. O halde o mecliste ne yasa yapılacağını ben de belirleyeceğim”. İngiliz pek çoğundan daha hin olduğu için bu sorunu büyütmeden barışçıl bir şekilde çözdü ve “ilk demokrasi” oldu. Bize miras kalan da bu mantık: Söz hakkı verilmez alınır, almak için de maddi güç ve bununla toplumu ilgilendiren kararların alınmasında etki gerekir.
Yetki ve Sorumluluk
Benim demokrasinin en büyük sorunu olarak görüp gösterdiğim, üstüne kocaman yazı yazıp iki dergiden de red yediğim bir konu var: Oy verme, sonucundan mesul tutulmadığımız tek eylemimiz. Demokrasiyle başa geçip eylemde bulunan hükumetlerin sorumluluğunu, onları başa geçiren kimseler de paylaşmak zorundadır çünkü o seçmen duruma göre azmettirici bile sayılabilir. Çözüm? Çözümü yok, sıkıntı da burada – dergilerin basmayı kabul etmeme sebebi de bu. Gizli oy modern demokrasinin şartlarından biri. Kimin kime oy verdiğini bir zaman görebilme şansımız varsa gizli oydan bahsedemiyoruz. Yani yetkiyi verenler sorumluluk üstlenmiyor. Konu dışı da olsa kısaca paylaşmak istedim – ve konumuza dönelim:
Vergi bir sorumluluktur ve sorumluluklar yetkilerden doğar. Başka bir deyişle yetki olmadan sorumluluk olmaz, olursa onun adı angarya olur, zorlama olur, baskı olur fakat sorumluluk olmaz. Sorumluluk, tıpkı yetkide olduğu gibi, bilinç ve yetkinlik gerektirir – yetkinlik kelimesinin kökündeki yetkiye dikkat edeceğinizi umuyorum.
Peki, yetkimiz nedir ki vergi sorumluluğumuz doğar? Yetkimiz, devlet sınırları dahilinde vatandaşlık hakkı olan her şeye, ancak yasayla, şartlı olarak ve şartların da ancak dar okumayla sunulup uygulanabildiği şekilde ulaşabilmektir. İşsizlik maaşı almaktır, bizde olmasa da Britanya’da mesela, sosyal konuttan faydalanmaktır, evlenebilmektir, çocuğumuzu nüfusa kaydedebilmektir, devlet okulunda okuyabilmektir, başka ülkede başımız belaya girerse konsolosluktan destek alabilmektir…
Bu yetkilerin kimileri, ülkede yaşayan fakat göçmen olarak bulunanlara da verilir – vize şartlarını sağlamak durumunda okulda okuyabilmek, evlenebilmek, dara düşünce polisten yardım almak gibi. Yani vatandaşlık, vatandaş tarafından bakarsak, özellikle bizimki gibi ekonomik olarak ortanın altında bir memlekette hayırdan çok zarar getirir: Verdiği pek az şeye karşılık bazen canımızı bile koru(ya)maz, üstüne bunu (çokça) vergi alarak yapar. O halde biz ne deriz?
“Benim vergimle maaş alıyorsun” doğru bir sözdür ama eksiktir, devamında devlete dönülür ve “benim vergimle maaş veriyorsun” denilir. Evet, devlet karşılıksız para basabilir ve bu yüzden batmaz, ancak konkordato ilan eder – enflasyon devletin değil vatandaşın sorunudur, devlet varlığını aynen devam ettirebilir. Enflasyondan batan devlet gördünüz mü?
Vergi, hele ki bizimki gibi ülkelerde ama beraberinde her yerde, siyasetle aramızdaki en büyük bağdır. Yani yetkiden doğan sorumluluk, ilginç bir şekilde yetki halini almaya başlayabilir: O ki vergi veriyorum, o halde sen de bana dahasını vermelisin. Deprem oldu mu vatandaş çadır getirecekse senin devlet olarak varlığın sadece zarar. Sen olmasan o vatandaş bir yerine iki çadır getirecek. İşte bu döngü, vergiyi, kafa sayımından ibaret de olsa demokrasinin başat aktörü haline getirir.
Oy Hakkı ve Vergi
Bugün İskandinavlar, çocukların da oy hakkının olup olmadığını tartışıyorlar. “Onlar Müslüman, onların gönlünü eğlemek için biz de kapalı gezelim” diyenleri kenara bırakıp meselenin özüne bakarsak şunu görürüz: Modern demokrasi teorisinde oy hakkı asıl bağlamından çıkartılıp “yasadan etkilenen herkesin söz hakkı vardır” haline gelmişse de gerçek dünya ideaları umursamaz ve kendi yolunda akmaya devam eder – ve yol, oy için önce vergiyi gerekli kılar.
Amerikalılar, nerede yaşarsa yaşasın Amerika’da vergi ödemeye devam eder* ve bu sayede ülkelerinin seçimlerine katılabilir. Almanlar yurt dışında yaşarken vergi ödemez ve ancak her seçimde oy vermek için başvuru yaparak oy verebilir. İtalyanlarsa, bizim gibi, vergilendirmez ve oy hakkını, kayıtlı olunduğu sürece, verir.
Bunların hangisi doğrudur? Bence hiçbiri. Yurt dışında yaşayan bir Amerikalı, sistem gereği çifte vergi ödemekle yükümlüdür, bu açıdan Almanlar ve İtalyanlar daha doğru olanı yapar. Öte yandan ülkeyle (kelimenin iki manasıyla da) maddi bağı bulunmayan kimselerin ülke siyasetinde söz sahibi olmasına izin verir. Bunu şarta bağlamak da Amerika’nın doğrusudur.
Burada “tamam ama siyaset uluslararası ilişkileri de etkiliyor. Yani modern anlatıda oy vermek hakları” diyebilirsiniz. Buna, şu açıdan karşı çıkıyorum: Yurt dışında yaşayan bir kişi, kendi ülkesinin değil yaşadığı ülkenin müktesebatına göre hareket eder. Meclislerde bir uluslararası konu konuşulurken yüz dahili konu konuşulur. Yüzün yanında birin hükmü kaçtır?
Dahası ve daha önemli olanı: Modern anlatıda dahi oy hakkı siyasal bir haktır, ne yaşam gibi bir insan hakkıdır, ne eşit haysiyet gibi toplumsal ve hukuksal, ne de evlat edinme gibi medeni bir haktır. Siyasal hakka sahip olmak için siyasadan etkilenmek ve onu etkileyecek yetiye sahip olmak gerekir. Yurt dışında bulunan bir kimse siyasadan minimal etkilenir, öyle ki yaşadığı yerdeki kanunlar onun için daha önemlidir. Dışarıdan içeriye etki edebilmek için içeride mevcut bulunmak veya doğrudan bunların muhatabı olmak gerekir.
Bu nedenlerle ben, yurt dışında yaşayan kimselerin ancak vergi yükümlülükleri bulunduğu sürece oy verme hakkına sahip olmaları gerektiğini düşünüyorum.
* Konunun tafsilatına tam hakim değilim, hatırımda kaldığımca ya X dolara kadar geliri vergilendirmiyorlardı, ya da vergi ödendiğini gösterir belgeyi kabul edip ona göre ya vergi çıkarıyor, ya mükellefi salıyorlardı. Sözümün tek gelirin çifte vergilendirilmesi anlamına geldiğinin farkındayım, işin doğrusunu hatırlatmak zorundayım.