You are currently viewing Suri ve Afgan Meselesinin Hukuki Çözümü
  • Post category:Hukuk
  • Reading time:18 mins read

Suriler konusunda son olmasını dilediğim bir yazı bu. Sorumuz, öncekiler gibi “bunları yollamanın yasal yolu var mı” değil sadece, beraberinde bunun yöntemlerinden bahsedeceğim.

Olduğunca kısa bir metin olacak ve iki amaca yönelik yazacağım:

  1. Benim bildiğim kadarını hap halinde verip benim sunduklarımla sınırlı kalmamanızı sağlamak.
  2. Mevzunun ne Erdoğan ve avanesinin (veya Çakır’ın, veya Nagihan’ın, veya sairin) anlattığı gibi, ne de Özdağ’ın anlattığı gibi olduğunu göstermek.

İşbu minvalde iki notu baştan düşmeliyim:

  1. Bu yazı, liboş ve faşistlerin tümüne karşı yazılıyor. Durduğum yeri iyi kötü anlatmaya yettiğini sanıyorum.
  2. Önceki yazılarda dediklerimi yapan Britanya’yı Özdağ(ın avanesi) “işte vatanperverler, muhteşemler, harikalar” diye karşıladı, beniyse hain main diye nitelendiriyorlar. Bu ülkede hislerine yenilmeden düşünmeye çalışmak bu derece zor. Pek az kimseyi ciddiye alıyorum, ciddiye alınmayı da (bu nedenle) beklemiyorum ya, sonuçta siz (ve hele ki memleket) kazanın (kazansın) da ben ciddiye alınmamaya devam etmeye razıyım.

Sırayla gidelim.

Suriler Neye Dayanarak Ülkeye Alındı?

1951’de dönemin kafası çalışanlarının “ya 2. Dünya Savaşı bitti ama savaşlar asla bitmeyecek. Ulus-devletler çağındayız, Vestfalyen dünya düzeni nedeniyle de sınırlar gün geçtikçe keskinleşip sertleşti, bugünse hepten duvar haline geldi. Ne yapalım, nasıl yapalım da bir yerde savaş oldu mu oradan kaçanlara nasıl davranacağımızı bir belgeye kazıyalım” diye sormaları üstüne “hadi şimdi bir belge hazırlayıp savaştan kaçanları, mültecileri ve vatansız (haymatlos) kimseleri yasal statü sahibi edelim” demeleriyle ortaya çıkan mültecilerin ahvali konvansiyonu (Türkçesi nedir bilmiyorum, İngilizceden kendim çevirdim) ve 1967’de buna yapılan ek protokol sebebiyle ülkeye alındı.

Konvansiyon Ne Diyor?

Konvansiyonda özetle deniyor ki bir kişi ülkesinden (en temelde [iç] savaş olmak üzere) belli makul şartlarda kaçabilir. 1948’de BM’de, 1950’de Avrupa Konseyinde dedik ki yaşam bir insan hakkıdır, her türlü ikincil kimlikten bağımsız olarak onu korumak önceliklidir. Ülkesinde artık güvende olmayan kimselerin korunması da insanlık ailesi olarak bizim görevimizdir. Geldikleri yerde işler düzelene kadar bu kimselerin yaşam haklarının ihlal edilmemesi için onlara koruma verelim.

Herkesi Mi Alacağız?

Ne münasebet? Savaş suçlusu birini alacak değiliz ya? Dahası, ülkede hır gür çıkaranları gönderme hakkımız da var. 32. ve 33. maddeler diyor ki kimse (iç) savaştaki ülkesine geri gönderilemez – geldiği ülkede (ciddi) suçlara karışıp toplum düzenini ve/ya huzurunu bozanlardan ayrı. Bunlar, geldikleri toplumun huzurunu kaçırmaları nedeniyle geri gönderilebilir. Yani, atıyorum, ben İngiltere’ye iltica ettim, sonra orada bir kişiyi öldürdüm. Geçmiş olsun: Beni kabul edecek mal bir ülke bulamazsam ülkeme gönderileceğim.

Bu maddeyle geri dönüşün bir kısmını cevaplamış bile oldum ama sıradan devam edelim.

Kısaca I

İnsanlık bir ailedir. Bir yerde savaş varsa o savaştan kaçanlardan sadece bir ülke veya bölge değil tüm insanlık sorumludur. Kaçanları kabul etmek insanlık görevidir. Benzer şekilde oradan kaçanların da sorumlulukları vardır, en birincisi de toplum huzurunu bozmamaktır. Bozan cezasını çekip ya başka bir ülke bulur, ya da geldiği yere döner. Bizeyse çifte kazık atıldı.


Geri Kabul Anlaşması

Bu anlaşma, Türk tarihine kapkara bir leke olarak geçti bile. Merak edip geçen gün okudum, aklımda kalanı yazıyorum: Avrupa’ya “biz sizin koloniniziz. Kafanıza eseni gönderin gelsin” demişiz. Bu arada da üçüncü ülkelere elimizdeki kimseleri gönderme hakkımız saklı ama o hak da nanay. Kim bizden Surileri alacak? Herkes sınırını kapatma derdinde.

İkinci kazıksa içeriden: Soylu “bayramda ülkelerine gitmelerine izin vermeyeceğiz” dedi. Bu, alenen seyahat hakkının ihlali olduğu gibi kişileri rızaları hilafına alıkoymak anlamına gelir. Yani her türlü suçtur esasında. Gönderilebilir olmasını geçtim, gönderilmesi gerekenlerin dahi gönderilmemesini yaşıyoruz. Ne mutlu bize.

Türkiye’dekilerin Durumu

Önceki yazılarda yazdım, kısa kesiyorum: Bizde üç grup kimse var:

  1. Her türlü yasal durumda burada bulunanlar. Bunların ne kadar olduğu muallakta ve esas sorunumuz bunlar olacağı gibi en sorunsuz olanların da bunları olduğunu söylemeli.
  2. Kaydı kuydu olmayanlar. Bunların ülkede bulunması, ilgili sınır bölgesini korumakla yükümlü komutandan onlara göz kapatan cümle bürokratlardan memurlara çok kimsenin başını yakacak.
  3. Kaydı kuydu olup gönderilmesi gerekirken gönderilmeyenler. Örneğin Suriye’ye bayramlaşmaya giden bir kişinin Türkiye’de bulunma hakkı artık yanmıştır.

Birinci maddedekiler de üçe ayrılıyor:

  1. Vatandaşlık almış olanlar. Bunların vatandaşlığı yasal değil zira mevzuat buna izin vermiyor.
  2. Suriye’den veya Türkiye’den sığınma başvurusunda bulunup ülkede kalmaya devam edenler. Bunların vatandaşlık alma hakkı yok, başvurularını (yani yasal durumlarını) değiştirmedikleri sürece her an gitmeye hazır olmak zorundalar. Önceki yazıda söylemiştim, 20 sene İsviçre’de yaşamış bir Gürcü aile, yakın zamanda memleketlerine yollandı. Sebebi bu.
  3. Oturma ve çalışma iznine başvurup bunu yasal olarak hak etmiş olanlar: Bunlar, Türkiye’den gönderilemeyecek tek grup. Oturma izinleri süresince burada bulunabilir, sonrasında vatandaşlığa da başvurabilirler. Zaten bu grubun, atıyorum, bir İngiliz’den, Nepalliden, Arjantinliden… farkı da yok.

Burada tabi, evlenmişler, çocuğu üzerinden oturum izni almışlar gibi diğer yasal statülerdeki kimseleri anmadığımı belirtmeliyim. Çocuk kısmı sorunlu, o bayağı bir bela. Türk’le evlenmişler de dokunulmazlardan mesela. Aklıma başka bir grup gelmiyor, aklınıza geldiği gibi bu grubu genişletebilirsiniz.

Kısaca II

“Bunların tümü gönderilemez” diyenler haklı ama sebebini andığımdan farklı şekilde gösterenler haksız. “Kulaklarından tutar geçmişini s.kip atarım” diyen yeni Muammer Gülerler de, aynı şekilde, haksız. İhtiyacımız olan mevzuyu temiz bir şekilde, olabildiğince az zararla atlatmak. Şimdi o kısma geçelim.


Kimler Gönderilebilir?

Andım ya, genişleteyim:

  • Kaydı olmayanların tümü, bila istisna cümlesi gönderilebilir çünkü iç mevzuat açık: Sınırdan yasal olarak geçmeniz gerekli. Yasal olarak geçmiyorsanız da makul bir sürede başvuru yapıp kayıt olmanız gerekli. Yok mu? Geçmiş olsun. Yasada bu konuda bir açık var, makul süre herkese göre değişebilir. Örneğin Antep’ten giren biri İstanbul’da başvuru yaparsa ne olacak? Ben olsam direkt reddederim. Benzer şekilde bir haftada yapılmayan başvuruyu da reddederim. Britanya’da mesela, havaalanında, pasaport kontrolünde başvuru yapın yoksa çok büyük ihtimalle reddedilirsiniz diye daha uçaktan iner inmez yazar. Ancak AKP’li olmak gerekir bir sene, iki sene, beş sene sonraki başvuruyu da kabul etmek için.
  • Ülkesine değil haftalık, değil günlük, saatlik dahi dönmüş olanların tümü gönderilmek zorundadır. Bunlarınki zorunluluk. Nihayetinde insanlar ölümden korktuğu için buraya geliyor, sonra oraya gidip geri dönüyorlarsa artık ölüm korkusu yoktur.
  • Türkiye’de suça karışmışların tümü gönderilebilir. Mevzuatta bunun tam karşılığı yok, az sonra buna döneceğim.
  • Sınır komşumuz olmayan ülkelerden gelmişlerin tümü gönderilebilir – eğer Türkiye kendilerini almaya rıza gösterir bir belge ortaya koymamışsa. Yani Afganlar ve benzerleri direkt gönderilebilir, ortada bir belge varsa da Suriler konusunda yazdıklarım onlara da işler.

Bu dediklerimin tümü yasal. Bir tekinin hilafına dahi ne iç ne uluslararası mevzuatta bir kelime var. Tabi hayat kağıtta yaşanmıyor. Dahasına bakalım.

Nereye ve Nasıl Gönderelim? Rıza ve Zorlama

Türkiye, bir zamandır Suriye’de bir toprak üstünde yarı egemen şekilde bulunuyor. Sağda solda bayrağımız var, askerimiz var, yöneticiler var, vesaire. O derece ki geçenlerde Suriye’de üniversite bile kurduk. Elindeki kimselerin en azından bir kısmını buraya göndermek gayet kolay ve basit.

Dahası: Kılıştar deyince tü kaka, Özdağ deyince aslan olsa da yol yöntem belli: Bu bölgeye ve/ya dahasına, Şam’ın yönetimindeki bölgelere gönderilecek kimselerin can ve mal güvenliğinin sağlanacağının teminatı. Çok da zor bir iş değil zaten: Şam’la oturulup anlaşılır, sonra bir mutabakat BM’ye götürülür. Esat’ın (veya ardılının) içeri atacağı kimselerin neden içeri atıldığını mahkeme kararıyla gösterirler, iş biter. Burada sorunlu olan kısım hukukun da egemenliğin bir parçası olması, bu da neden anlaşmaya ve (bence) BM’nin de tasdiğine ihtiyaç duyduğumuzun resmi.

Böyle bir anlaşma yapıldığı anda, andığım tek grup hariç tüm Suri grubunun Türkiye’de bulunma hakkı otomatikman düşer. “Yok, ben burada kalmak istiyorum” diyene söylenecek söz bellidir: Senin burada işin bitti. Git, memleketinden bana başvur. Ben de senin başvurunu işleme koyayım. Varsa burada oturma ve çalışma iznin için temeller, o zaman geri gel.

“İş kurmuş, vesaire”. Kurduğu işin rayici belirlenip kendilerine ödenir, iş orada biter. Kuyumcu mesela, kuyumlarını alıp gidebilir. Fabrika açmış kimse varsa mallarını taşıyabilir. Kendilerine kalmış. Burada bırakıyorsa rayicinden bedeli ödenir, taşıyacak olan da alır taşır.

Yani: Rıza, Şam’la anlaşıldığı andan sonra aranması zorunlu bir şey değil. Aranması gerekli bir şey de değil zaten.

Sokakta Suri Avına Mı Çıkalım?

Benim baştan beri bu Suri meselesinde üstüne düşündüğüm sorulardan biri neden Erdoğan’ın bu konuda bu kadar dik ve sert çıktığıydı, bu aralar neden Özdağ’ın “yahu her şey yasal zaten” demek yerine “mancınıkla atacağız, inlerine gireceğiz, analarını s.keceğiz” diye konuştuğu da eklendi. Amaç “bakın Türkler Surileri kırdı geçirdi” demek mi, buna mı yönlendiriliyoruz? Hangi yazıdaydı hatırlamıyorum, demiştim ki çok büyük bir öfke birikti ve açlık geldi mi kimlik ikinci plana itilir. Önceleri Surilerle beraber seni beni kırdırmayı düşündüklerini sanıyordum ya, şu anda iki ihtimalimiz var: Ya Özdağ eliyle Surileri kırdırmayı seçtiler, ya da Özdağ sayesinde seni beni kırdırma planları tersine döndü, yolun sonunda Suri kıyımı olacak.

Milyonlarca kimseden, hem de kayıtsız kimseden bahsediyoruz. 800.000 kilometrekare vatan toprağında sokakta herkese GBT yapmaya kalksak bunu karşılayacak insan gücümüz yok. Hadi onu bulduk desek bunları toplayacak merkezlerimiz yok. İş sıkıntılı. Polis, asker ve jandarma bu işi yapabilir ama insanların bunu yapmaya başlaması durumunda işler çığrından çıkabilir. Türk dediğin son ana kadar durur hep. Ben 2017’de “Türk’ün devleti yok” diye yazmışım, ancak 2022’de mevzuya uyandılar. 2015’te “Suriler memleketin acil sorunlarındandır” dedim, ancak 2021’de bunu fark ettiler – çünkü yumurta kapıya dayanmadı, kapıya çarpıp kırıldı bile.

Kısaca III

Kendince Osmanlıcılık oynayıp sanki “halife Kureyş’tendir” sözü hadis değilmişçesine Sünnilerin halifesi gibi gösterilen Erdoğan yüzünden Şam’la konuş(a)mıyoruz bile ya, bunun şu andan ayrı bağlayıcılığı yok. Şu anki bağlayıcılığı da gücün elinde olmasından, başka bir şeyden değil. Herkesin gönderilmesinin yasal zemini var.

Şimdi işin pratik kısmına geçelim.


Yasal İhtiyaçlar

Bir ikisini andım, genişleteyim. 1951/32’ye referansla iki yasaya ihtiyacımız var:

  1. (Cinayet, yaralama, uyuşturucu ticareti, taciz, tecavüz gibi) TCK’nın ilgili maddelerindeki suçları işleyen sığınmacılar, suçlarının karşılığını yattıktan sonra ülkelerine gönderilir. Bu maddenin sıkıntılı kısmını aşağıda anacağım.
  2. Mevcut yasaya ek: Makul sürenin üç gün olarak tanımlanması ve giriş yaptığı il veya ilçeden başka yerdeki başvuruların direkt reddiyle kişinin sınırı izinsiz geçmesi nedeniyle idari para cezasıyla ülkesine gönderilmesi.

Bunlardan ayrı olarak geri kabul anlaşmasının feshi şart. Avrupa’nın güvenliği bizim sorunumuz değil. Bizim derdimiz bize yetiyor, bir de onların güvenliğini neden biz sağlıyoruz? Tamam, mevcut hükumete göre koloni olabiliriz ama egemen bir devlet olduğumuz iddiasındayız – haliyle koloni değiliz. Birini seçeceğiz: Koloni miyiz, değil miyiz?

Lojistik ve Maddi Kaynak

En sıkıntılı konu bu. Özdağ, maşallah, bol keseden atıyor: Sekiz milyon kişi varmış, bir sene içinde yollayacakmış. 365. gün de mehter marşı çalacakmış. En basit hesabı yapalım:

  1. Gücü eline aldığı gün başlamak üzere 365 gün boyunca birilerini gönderecek. Yani 8.000.000 / 365 = 21.918 kişi gönderilecek her gün.
  2. 21.918 kişi, ortalama 45 kişilik otobüslerle gönderilecekse günlük 487 otobüs, memleketin dört yanından çıkıp Suriye’ye girecek.
  3. Linke tıklamadım: Yeni Şafak’a göre Esenler Otogarından kış aylarında ortalama 1.500 otobüs kalkıyor. Yani otogarın üçte biri kadar otobüs, sadece Surileri göndermek için çalışacak.

Bunu aklınız kesiyor mu?

Bakın: Bu kimselerin tespiti var, toplanmaları var, hukuki kısımları çözmesi var, o arada Şam’la görüşmesi var, o taraftaki lojistiğe ayak uydurması var… Var oğlu var. Türkiye’nin en kalabalık otogarından günde 1.500 otobüs kalkarken her gün 500 otobüsü kaldıracağını iddia etmek de boşa, Kılıştar’ın dediği gibi günde 250 otobüsü kaldıracağını iddia etmek de. Gerçekçi olursak en az 5 senemiz var Surilerden kurtulmak için. O da, her şey (olabilecek en) iyi şekilde giderse.

Tabi bir de maddi kaynak sorunu var. Bu kimselerden yol parasını alabiliriz, almamız da gerekli. Hadi hepsi kendi mallarını taşımaya razı geldi diyelim. Herif gelmiş, koltuk almış. Koskoca koltuğu nereye, nasıl koyacağız? Parasını ödeyip elimizde tutalım desek o kadar koltuğu ne yapacağız? Halı, buzdolabı, ayakkabı, elbise… Lojistik ve maddi kaynak çok büyük sorunlar. Ben olsam sorumluları yargılayıp onların mal varlıklarına el koyardım ve derdim ki “sizin yüzünüzden vergi mükelleflerinin parasını Surilere harcamayacağız. Siz işinizi yapmadınız veya yasaya aykırı davrandınız o ki, karşılayın gideri”.

Kısa Vadeli Sonuçlar

Diyelim ki yasayı geçirdik, cinayet işleyeni gönderiyoruz geri. Sadece geri dönmemek için burada birilerini öldürürse biri, ne yapacağız? Bundan korunmak için ya diyeceğiz ki “suçu sabit olanı yatmadan göndereceğiz”, ya da “burada hükmünü vereceğiz ve ülkesinde yatmasını sağlayacağız” – ama ikinci sıkıntı, ilkiyse suç işleme özgürlüğü demek. Yani bu herifler her türlü başımıza bela.

Ekonominin zaman içinde rahatlayacağı muhakkak. Günde 1000 ekmek üretiyorsak mesela, talep de 1.500 ise, fiyatı artırırız. Talep 500’e düştüğündeyse ekonomi bir daha afallar, kafayı yer. Bunu da yaşayacağız. Fiyatlar bu sefer başka türlü dengesizleşecek. Bunu söyleyeni henüz görmedim, “ben demiştim” demeyi sevmesem de burada dursun bu.

Beni korkutan bir şey daha var: Geçen, beline kemer gibi kılıç sarmış bir o.ospu çocuğunun videosu vardı. Bu heriflere “s.ktirin gidin” dediğimizde içlerinde “baskıladıkları” suçlar da dışa çıkacak. Öldürmekten kaçınan öldürecek, tacizde işi bırakan tecavüz edecek, tecavüzü dokunmada bırakan cinsel birlikteliğe işi götürecek, vesaire. Yani bu işe başladığımızda suç artışı kaçınılmaz. İşte orada dananın kuyruğu kopabilir, bunu da unutmayın. Sonrasında sokaklarda ölümlü kavgalar görmemiz hiç şaşırtıcı olmasa gerek.

Orta ve Uzun Vadeli Sonuçlar

Buradan “zorla” gönderilmişlerin Türkiye aleyhine çalışacakları bir gerçek. Barzani-Özal yakınlığının bakiyesi, Kuzey Irak’taki trilyarlarca Türk malı, Türk şirketi, Türk tırısı ve Türk vırısı oldu. Bunun varyetesi olarak Suriye’de (ve Afganistan’da, ve Pakistan’da, ve sairede) anti-Türk yapılanmaları ortaya çıkacak. Bunların insan olmadıkları açık, değil iyi insan olmamak. Türkiye bu işten orta ve uzun vadede zarar görecek. Bu ne kadar olacak? Bunu bilmiyoruz, yaşayıp göreceğiz. AKP’nin yaptığı ve Türkiye’ye uzun vadeli zarar vermeyen hiçbir iş yok ki bu işten uzun vadeli sorun yaşamayalım zaten.

Hülasa

Gerçekçi olursanız karşınıza hemen herkesi alıyorsunuz gördüğünüz gibi. “Ne bir senede, ne iki senede bu iş bitebilir” diyorsunuz, Surici oluyorsunuz. “Yasadışı burada bulunanlar gönderilmek zorunda” diyorsunuz, ırkçı ve faşist oluyorsunuz. “Hepsi gönderilemez” diyorsunuz hain, satılmış oluyorsunuz. Neden? Sadece işi en temiz şekilde çözmeye çalışıyorsunuz, ondan.

Hep dedim, yine diyorum: Benim de hatalarım ve yanlışlarım illa ki var. Doğru bildiklerimi anlattım. Yanlışsam neden yanlış olduğumu söyleyin, ben de düzelteyim. Meyille, tivitırla, istakramla bana ulaşabilirsiniz. Öyle masmal şekilde bir yafta yapıştırıp geçmeyin, yeter.