You are currently viewing Şehir Tiyatrolarının Tartuffe Oyunu
  • Post category:Blog
  • Reading time:4 mins read

Siz bu satırları okurken üstünden kim bilir ne kadar geçmiş olacak, yine de oyunun akşamından, görece sıcağı sıcağına bir kısa değerlendirmeye hoş geldiniz!

Savaş ve Barış yazısında üç tür edebi eser olur demiştim. Tartuffe, Don Kişot ekolünden ve bu ikisinin aksine direkt sahne için yazılmış bir eser. Haliyle ilk andan itibaren oyunun içine girmek de, kahramanları tanımak ve anlamak da bayağı kolay. Öyle ki daha ilk sahneden oturduğunuz koltuktan kalkmış, sahnenin bir parçası olmuş gibi oluyorsunuz.

Oyunun yazarı Moliere. Hastalık Hastası, Cimri, Aşk Doktoru, veya Kibarlık Budalası gibi tanıdık pek çok oyunun müellifi. Orijinali beş perdelik yazılan ve taşlamaları nedeniyle siyasi ve dini engeller önüne çıkarılan, bu yüzden senelerce sahnelenmeyi bekleyen eserin metni hakkında ağzımı açmaya kalksam Allah taş yapar. Muhakkak metin kısaltılmış bir metin, başka türlü iki buçuk saatte oyunun bitmesi, sanırım zira oyunu okumadım ama beş perde denmesi bu zannımın pek de yanlış olmadığını düşündürüyor, imkansız olurdu.

Oyun hakkında söyleyecek tek kötü sözüm var, en baştan onu söylemiş olayım: Ben müzikal sevmem ama birkaç defa seyrettim – hem Türkiye’de hem yurt dışında. Bugüne dek müzik yüzünden sözleri anlayamadığım bir sahne olmamıştı. Bu oyundaysa müzik yüzünden bildiğim şiirin sözlerini anlamakta bile zorluk çektim – ki bilmediğim zaman hiçbir şey anlamadan sahneye baktığımı takdir edersiniz.

Bir de salon hakkında, oyundan bağımsız bir eleştiri: Muhsin Ertuğrul Sahnesi, benim için İstanbul’un en önemli iki sahnesinin biri (diğeri, şu anda tiyatro oynanmayan, oynanıyorsa da benim bundan haberimin olmadığı AKM). Savaş ve Barışta olduğunda “teknik sorunlar olabilir canım, tekildir” deyip geçtiğim sahnedeki oyuncuların mikrofonlarının yer yer kopması, yer yerse duyulmayacak seviyelerde ses iletmesi, belki de ülkenin en önemli sahnesi için çok büyük bir ayıp. Şunu söylemekten ben utanç duyuyorum ama söylemek zorundayım: Bar köşesinden National Theatre ve Barbican’a dek çok yerde çeşit çeşit oyun izledim, bu kadar amatörce bir durumun sürekli olduğu bir sahne görmedim – ki National Theater, maşallah, bizim Muhsin Ertuğrul’un belki iki belki üç katı büyüklükte bir sahneye sahip ve belki beş belki daha fazla katı seyirciye aynı anda ev sahipliği yapabiliyor. Kaç lira ulan bir flüt? Rakıya vermeyin, flüte verin şu parayı gözünüzü seveyim.

Sevmişken de oyuna geri döneyim. Tek tek incelemesi gereksiz; dekordan kostüme, müzikten çeviriye, makyajdan oyunculuğa her şey on numaraydı benim için. Oyunu seyrederken büyük bir zevk aldım. Öyle ki normalde zaten arka sıralarda oturmayı istemeyiz ya, bu oyunda ancak arka sıralardan Bilet bulabildiğim için üzüldüm bile. Bu oyunda yüzleri ve mimikleri tek tek izleyebilmek isterdim. Öte yandan sesini çok güzel kullanan, seslendirme sanatçılığı da yapan cast, V for Vendetta izlemişim havası verdi ve sahneye olan görsel mesafeyi sesleriyle muhteşem bir şekilde kapattı.

Oyunculuklar da çok iyiydi dedim. Murat Garipağaoğlu ve Bennu Yıldırımlar, bekleyeceğiniz üzere, çok iyiydiler. Naci Taşdöğen’in Tartuffe rolünde biraz sönük kaldığı yorumunu gördüm ve şahsen şaşırdım. Oyunun yapısı gereği bu iki isim hem sahnede daha fazla kalıyor, hem de Tartuffe kötü karakter olarak karşımızda duruyor. Bu nedenle kendisini biraz geride görenleri anlayabilirim fakat katiyen hak vermem. Bence rolünü hakkıyla oynamış kendisi de.

Oyuna 9/10 veriyor, bir puanı müzik sorunundan kırıyorum. İmkan bulursanız muhakkak seyredin – özellikle de bu kadroyla ve bu yönetmenlikle.