Savcı Adil Hakkatapan’ın Maceraları: Hiç Kimse Cinayeti

Sevda Hanım

“Sevda Hanım?”

“Benim?”

Avukat kimliğimi hazırda tutuyordum, bandı kapatıp aralık kapıdan uzatarak gösterdim.

“Ben Savcı Adil Hakkatapan. Biraz konuşabilir miyiz?”

Hafif bir korkuyla konuştu.

“Ne hakkında?”

“Ayten Hanım’ın intiharı hakkında.”

“Ben o dosya kapandı biliyorum?”

“Bazı eksikler var, bu nedenle tekrar bakmaya karar verdik.”

“Bildiğim her şeyi anlattım zaten.”

“Tekrar anlatın, bir de bana anlatın. Belki aklınızdan çıkan bir şeyler vardır, onları buluruz.”

Yüzüme biraz da korkuyla baktığını hissetmiştim ama bozuntuya vermedi. Yarı aralık kapıyı açıp açmamakta tereddüt ettiyse de açtı ve birinci kat beklerken bodrumda bulduğum bu daire ikiye girdim. Kapı direkt salona açılıyordu. Bir ay önce o akşam vakti eve girmiş olsam, kapıdan girdiğim anda tam karşımda Ayten’i asılı bulacaktım.

Daha girer girmez iki şey dikkatimi çekti. Ev, o günün aksine, dağınıktı ve mobilyalar yerli yerinde duruyordu. Kadın, eşyaların yerlerini değiştirmemiş, aynı durumda bırakmıştı. Hiç normal gelmedi bu bana. O kötü hatıranın izlerini bir parça silmek istemez miydi insan?

Yoldan gelip geçenlerin ayaklarını gören pencerenin altındaki tekli koltuğa oturdu, bana da Ayten’in fotoğrafında gördüğüm kanepeyi gösterdi. İçim titredi, yalan yok. Hala gençtim o zaman, gençliğin son günü geçeli bir seneden fazla zaman akıp gitmiş olsa da. Ne çay, ne kahve, ne bir yudum su; oturup ses kayıt aletini çalıştırdığımda yüzüme baktı. Ben de arkadaşımla laflamaya gitmiş değildim zaten, beklemeden başladım.

“Öncelikle başınız sağ olsun. Ayten Hanım… Bana ondan biraz bahseder misiniz?”

“Aman” der gibi yerinden hafifçe oynadı ve anlatmaya koyuldu.

“Eski evimde Ayten’le komşuyduk biz. Sessiz sakindi. Kimsenin etlisine sütlüsüne karışmaz, çocuklarından başka bir şey düşünmezdi. Gün yapardık mahallede, ona bile bir gelir bir gelmezdi. Hatta bir defasında sıra onundu, çocukların sınavları var, onları rahatsız etmeyelim deyip sonraki aya bırakmış ve yine gelmemişti. Çocuklar, yazık, çok ortada kaldılar, zelil oldular. Bilmem halleri ne olacak?”

“Babaları ilgilenmez miydi çocuklarla?”

“Yok canım, ne gezer! Kızcağız sabahtan akşama evde çocuklarla, herif sabah gider gece gelir. Geldi mi küfür kıyamet… Benim üst komşumdular. Bir sefer nasıl vurduysa artık, yere bir düştü ki kız, aman dedim deprem oldu. Babalarına bırakmışlar sabileri, Allah akıl fikir versin.”

Damarı bulmuştum, deşmek zamanıydı.

“Baba akşam gelir, gelince eşini döverdi dediniz. Hep mi böyleydi?”

“Hep böyleydi a, ne diyorum ben? Güne bile gelmediği olurdu bu yüzden dedim ya şimdi?”

“Çocuklarıyla çok ilgilenirdi, o yüzden gelmezdi dediniz. İkisi farklı şey?”

“Aman sen anlamadıysan benim suçum günahım ne? Dedim ki çocuklarına çok düşkündü, varsa yoksa onlardı. Ama kocası itin uğursuzun biri, gel yaralı parmağa işe desen keser atar da yine yapmaz. Kıza ne eziyetler ne eziyetler… Her sabah kahvaltısı önünde olacak, yoksa dayak. Bir lokma da yemez gidermiş. Her gün en az iki kap yemek, illaki biri etli. Para veriyor musun? Yok. E bu kız nasıl yapacak o yemeği? Tabi buldu ya bahanesini, döverdi. Boşuna mı kaçtı evden zavallım?”

İlk açık.

“Evden kaçınca hemen buraya mı geldi?”

“Tabi, tabi ya. Ben ona dedim kaç kere. Bırak kızım dedim, çekilmez bu adam dedim. Al çocuklarını, git babanın evine dedim. Dinlemedi. Sonra ben ev sahibimle papaz oldum, çıktım oradan. İletişimimiz kopmadı ama. Abla dedi bir gün arayıp, canıma tak etti dedi. Gidecek yerim yok, sana geleyim mi dedi. Dedim durduğun hata, çabuk kalk gel. Bir gece ayarladık, aldı çocukları geldi. Kurtuldu sandım ama dayanamamış daha fazla demek, biliyorsun olanı.”

“Biliyorum, tabi. Geçmişe gidelim tekrar. Eşi para bırakmazdı dediniz, nereden bulurdu erzak parasını?”

“Babasından istermiş, çok sonra öğrendim. Bir de şu halk eğitim var, orada ders vermeye başlamıştı iki üç senedir. Akmasa da damlıyor, el açıp mihnet etmekten iyidir abla diyordu.”

“Yetiyor muydu oradan aldığı?”

“Başta ücret almıyordu. Ne diyorlar adına, dur bir. Gönüllü, hah, gönüllü çalışıyordu. Orada müdürü haline acımış, maaş bağlamışlar. Şimdi ölünün arkasından konuşmak da olmaz, Allah affetsin ama adam da gelir giderdi eve.”

Virgül yerine nokta gelmişti bir daha! Ben söylemem sen anla demeye getiriyordu ama yemezdim.

“Ne yaparlardı?”

“Adam çocuklarla oynardı, bazen de bana çocukları alıp gitmemi söylerdi. Artık ne yapıyordularsa…”

“Onu müdüre sorar öğreniriz. Şimdi… Evde nasıldı? Nasıl bir ev arkadaşıydı? Geleyim dediğinde gel dediğinize göre anlaşıyor olmalıydınız?”

“Anlaşıyorduk tabi. Mazlumdu, sessiz sakin kendi halinde biriydi. Şu köşede” deyip benim oturduğum kanepeyi gösterdi, “kuş gibi oturur, öylece televizyona bakardı. Ne bir dizi, ne bir program, hiçbir şeyi takip etmezdi. Varlığıyla yokluğu birdi. Çok düzenliydi, çok temizdi. Ondan sonra evi bile temizlemedim baksanıza. O yapardı. Yemeği de o yapardı. Geldik başına ekşidik, bir de bizim için zahmet etme derdi de her işe o koşardı. Yazık…”

“Babasına neden gitmedi? Hiç ona sormadan size geldi, değil mi? Hiç sormadınız mı?”

“Sormadım çünkü biliyordum. Babası, nasıl denir… Deliydi biraz. Git gel akıllıydı. Parası vardı, yardım da ederdi kızına ama bazen patlar, bağırır çağırır, hatta dövmeye kalkardı. Sonra siniri geçer ve pişman olurdu tabi. Belki kendisi kabul etmemiştir evine, belki Ayten gitmemiştir. Onu bilmiyorum. Şimdi siz soracaksınız, ben söyleyeyim. Sevmezdi Ayten’in kocasını, eve kabul etmemişse ondan etmemiştir. Vaktinde Ayten kaçmış mı ne olmuş, o gün bir terslemiş ki kızı, yirmi sene sonra hala aklında durmuş bu. Deli diyorum işte anacım, deliden akıl beklenmez ki?”

“Babasıyla olan iletişimi, sanki oradaymış, olanlara şahitmişsiniz gibi anlattınız? Yanlarında mıydınız hiç?”

“Yok, yanlarında değildim de kendisi söyledi.”

“Sormadım dediniz?”

“Kendisi anlatmadı demedim?”

Üstelemenin anlamı yoktu.

“Çocuklarına düşkündü dediniz. Üç çocuğu var, sizeyse ikisini alıp gelmiş. Neden oğlunu bıraktı, biliyor musunuz?”

“Küçüklerini aldı, büyüğü bıraktı evet. Nedenini ben de bilmiyorum. Çekindi belki de. Bilirsiniz, yeni yetme ergen. Huzurunu bozar diye düşündü belki de.”

“Çocuğuna düşkün biri böyle düşünmez. Ne de olsa annesidir, evlatlıktan atacak değil ya? Kendisi hiç konuşmadı mı bu konuda, biraz hafızanızı zorlasanız?”

Düşündü, ya da düşünür gibi yaptı, sonra başını salladı. “Yok, hatırlamıyorum”. O anda Muhammed’den bir şey çıkacağını anladım.

“İleri geri zıplıyoruz, tekrar geri gidelim. Kocası döverdi dediniz. Hiç polise gitti mi veya hiç başka yardım istedi mi?”

“Yok. Çekinirdi polisten, kocasından da. Beni aradığında şaşırdım zaten, hiç beklemezdim. Dayanamıyorum artık dedi, sana geleyim dedi, kalk gel dedim ben de.”

“Anladığım kadarıyla birkaç ay sizinle yaşamış. Başta öyle mi konuştunuz? Yani sizinle yaşamaya mı başlamıştı artık yoksa başka ev bulup çıkmak mı istiyordu?”

“Sana da yük oluyoruz dedi çok defa, ben de saçmalama dedim. Ne kadar istersen o kadar kal, burası senin de evin dedim. Başka eve çıkmak istiyordu ama yapamadı. Artık parası mı yoktu, burada rahat mıydı yoksa sebebi başka mıydı bilmiyorum.”

“Anladım. Başka yere taşınmak istedi ama bir şey engelledi. Onun ne olduğunu da bulacağız”. Saate baktım. “Sizi de çok meşgul ettim, kısa kısa gidelim. Anladığım kadarıyla kocasının evinde de burada da sessiz sakindi. Neden intihar etmiş olabilir”?

“Ben intihar ettiğine inanmıyorum, ne yalan söyleyeyim? Ama polisler baktı etti, bir şey bulamadı. Tamam, mutlu değildi ama kendini öldürmesini de beklemezdim. İyi kötü yuvarlanıp gidiyordu. Para kazanmaya başlamıştı, çocuklar okuldan gelince tüm gününü onlarla geçiriyordu, kocasından kurtulmuştu. İntihar etmek için bir sebebi yoktu ama insan işte. Dışına bakıp içini bilemiyoruz.”

“Peki, intihar etmediyse sizce kim öldürmüş olabilir?”

“Kocası, kim olacak başka? Kesin o öldürmüştür.”

“Boşanma davası açtı mı? Bundan olabilir mi?”

“Bilmiyorum ki valla. Açtıysa da bana demedi hiç.”

“Peki, eşi önce hiç geldi mi buraya? Biliyor muydu evinizi?”

“Yok. Yani geldiyse de ben hiç görmedim. Bazen çocukları alıp çıkmamı isterdi, ben de neden diye sormazdım. Kocasıyla buluşacak hali yoktu ya? Kaçmış adamdan, ne diye burada buluşsun?”

“Öyle ya, ne diye burada buluşsun?” diye sordum, aklıma Muhammed’in dedikleri geldi. Babası önce kendisini yollamış, sonra kendisi gitmişti hani eve?

“Tabi. Bu müdürüyle buluşuyordu bence, başka kimse de varsa bilmem. Yani vardı birisi daha, bir iki kere geldi ama kim olduğunu söylemedi. Bir de o adamla buluşuyordu herhalde. Artık ne yapıyordularsa…”

Ah ki Anadolu irfanı…

“Son iki sorum olsun. Daha önce de çocukları alıp gitmenizi istedi dediniz. Ne zamanlar olurdu bu, ne sıklıkla? Haftada bir akşamları mesela, veya iki haftada bir öğle vakti? Belli bir düzeni, belli bir aralığı var mıydı?”

“Yoktu. Abla derdi, benim başım ağrıyor, sen çocukları al da biraz gezdir. Bazen sabah derdi bazen akşam. Bazen iki günde bir derdi, bazen bir ay demezdi. Çok da kalamadı burada zaten, birkaç ay önce geldi, sonra da işte…”

“Ağrır mıydı başı bu kadar?”

“Bilmem. Ağrımasa neden desin?”

“Ne yapıyordularsa ondan der?”

“O da var tabi.”

“Son sorularım olsun. Son gün, son akşam. Nasıldı? Farklı görünüyor muydu?”

“Yok, her zamanki gibiydi. Abla dedi, ben eve biraz çeki düzen vereyim. Sen de çocukları al ki işim hızlıca bitsin. Tamam dedim, benim de canım sıkılıyordu zaten. Aldım çocukları çıktım.”

“Nereye çıktınız? Ne yaptınız çocuklarla?”

“Camiye doğru yürüdük biraz, sonra şu ileride bir dondurmacı var, dondurma aldım çocuklara. Sonra canım sıkıldı, kızın da çişi gelmişti, eve döndük.”

“Yaklaşık ne kadar dışarıdaydınız, hatırlıyor musunuz?”

“Üç gibi evden çıktık, belki biraz sonra. Altıya doğru da eve döndük.”

“Polisi hemen mi aradınız?”

“Hemen, tabi. Kapıyı açıp onu öyle görünce hemen çocukları dışarıda bırakıp kapıyı kapattım, sonra onları şuradan mutfağa oturtup polisi aradım. Hiç göstermedim annelerini.”

“Polisler buradayken çocuklar neredeydi?”

“Dışarıda. Dedelerini aradım, geldi başlarında durdu.”

“Dedenin telefonu vardı yani sizde?”

“Şey… Ayten’in telefonu vardı, ondan açıp baktım.”

“Anlıyorum. Doğru olanı yapmışsınız. Babalarını arayacak haliniz yoktu ya? Yalnız, neden teyzelerini aramadınız?”

“Onunla hiç mi hiç arası yoktu. Zaten onunla kavga edince evi de terk etmiş. Neden korkuyorduysa artık?”

“Kardeşler arası husumet en kötüsü, hiçbir şeye benzemez. Doğrusunu yapmışsınız tabi. Lafı uzatıyor, sizi de meşgul ediyorum ama sormadan duramadım. Dedelerini aradınız, kalktı geldi. Sonda neden almadı çocukları? Neden babalarına bıraktı, biliyor musunuz?”

“Deliydi dedim ya? Ayten’e kırgın olduğundan çocukları da istememiştir herhalde. Sabilerin ne günahı varsa…”

“Her zaman olan çocuklara oluyor. Değil mi? Her yaptığımız onları doğrudan etkiliyor.”

“Öyle ya! Yapıp sokağa atması değil, sahip çıkacaksın. Derdini çözeceksin, iyiliği için koşturacaksın. Çocuk yapmakta bir şey yok, marifet onlara bakıp hakkıyla büyütmekte.”

“Benim sorularım bitti. Sizin eklemek istediğiniz bir şey var mı?”

“Yok. Zaten daha önce de anlattım bunları hep. Siz ne diyorsunuz şimdi, Ayten ihtiyar etmedi mi? Öldürdüler mi kızı?”

Sesinde hafif bir telaş mı vardı yoksa bana mı öyle gelmişti?

“Şimdilik bilmiyoruz. İntihar etmek öyle kolay bir iş değil, birini öldürmek de. Suçlu varsa cezasını çeksin, eğer yoksa da Allah rahmet eylesin. Düşüncemiz bu kadar.”

“E kolay gelsin o zaman, ne diyeyim başka?”

Kalktım. Kapıya yönelirken son anda aklıma geldi, “eve bir bakabilir miyim” diye sordum. Beklemiyordu bunu ama reddetmedi de.

Ayten’in odasını sordum, gösterdi. Fotoğraflarda dağınık olan yatak şimdi yapılmıştı ve evdeki tek düzenli yer de oydu. Sonradan girdiğim mutfak da oturduğumuz salon da dağınıkken bu oda neden düzenlenmişti? Bir cevapsız soru daha.

“Evden çalınan bir şey yoktu, değil mi” diye sordum kapı ağzında. Yoktu. İyi günler dileyip çıktım az önce gösterdiği tarafa yürüyüp dondurmacıyı aradım fakat bulamadım. Kış gelmişti tabi, dondurma kalmazdı bu mevsime. Açık unuttuğum ses kayıt aletini kapattım ve durağa yürüdüm. Aklımda dedeye gitmek vardı fakat birden fikrimi değiştirdim, hemen halk eğitimin adresini buldum ve şansımı denemek için yola koyuldum.