Kardeşler
Kâmil abi nasıl becerip dedenin dosyasını kaşla göz arasında hazırlamıştı bilmiyorum, ablanın bilgilerini toplamak için bir hafta uğraştım. Her yerde yüzüme kapanan kapıları biraz rüşvet biraz yalakalıkla aralayıp sonunda aradığımı buldum – daha doğrusu bir şey bulamadım, bulamamakla bulmuş oldum: Abla, Aynur, öylesine sıradan bir kadın gibi görünüyordu ki ülke ortalamasını aldığımızda belki kendisinin fotoğrafını göstermek yeterli bile olabilirdi:
Ortaya dek okumuş, liseyi yarıda bırakmıştı. Ailesinin, daha doğrusu babasının uygun gördüğü biriyle evlenmişti – tabi ki bu hiçbir yerde yazmıyordu, benim yorumumdu ve doğru olduğuna emindim. İkisi erkek biri kız üç çocuk yapmıştı. Ev hanımıydı, çalışmıyordu. Eşinin maaşının kendilerine yetmediği yerde babasının zenginliği kendilerine destek oluyordu. Tabi ki bu da hiçbir yerde yazmıyordu ama profili çıkardığımızda, hele ki çocukların ismine baktığımızda, bunu anlamak pek zor olmuyordu. Günlerini nasıl geçirdiğini iyi kötü kestirebiliyordum.
“Aynur hanım?”
“Kiminle görüşüyordum?”
“Adil, Savcı Adil. Kardeşinizin cinayetiyle ilgili tekrar görüşmek istiyorum. Müsait misiniz?”
“Bir şeyler buldunuz mu?”
“Elimde birkaç ipucu bulunmakta. Görüşme imkânımız var mı?”
Vardı. Akşama doğru saat dörtte salonundaydım. Neden birkaç saat sonrasına randevu verdiği, odayı dolduran temizlik kokusundan belliydi. Üç canavarın dağınıklığını düzeltmek kolay değildi.
“Çok vaktim yok. Neler buldunuz?”
“Bulduklarımı açıklamadan önce size birkaç şey sormak istiyorum.”
“Buyurun.”
“Babanızın annenizle yaptığı evliliğin kendisinin ikinci evliliği olduğunu biliyor musunuz?”
“Tabi” dedi çok sıradan bir şey sormuşum gibi. Günlerce kıvranmaya, adamla ateşle oynar gibi oynamaya gerek yok muydu yani?
“Bu evliliğinden çocukları olduğunu da biliyorsunuzdur o halde?”
“Tahmini zor olmasa gerek. Çocuk için değilse ne için evlenir insan?”
“Değil mi? Peki, önceki eşinin nasıl öldüğünü biliyor musunuz?”
“Maalesef. Hiç umursamadım siz sorana dek. Neden ölmüş?”
“Ben de bilmiyorum, önemli de değildir belki. Üvey kardeşleriniz… Kendilerini tanıyor musunuz?”
“Nereye varmak istediğinizi anlıyorum sanırım. Üvey de olsa kardeş kardeştir, korumak gerekir. Fakat hayır, kardeşim oldukları için değil sorup teyit ettiğim için söyleyebilirim: Katil onlardan biri değil. Müsterih olun.”
“Beni şaşırttınız. Evet, aklımdaki en olası senaryo buydu ve bunu yerle bir ettiniz. Öte yandan kendilerine sordum dediniz. Kardeşlerinizle görüşüyor musunuz?”
“Sorup teyit ettim dedim. Görüşmesem nasıl yapayım bunu?”
“Size karşı açık olacağım. Babanızla konuştum. Onlar benden kaçtı, sonra onları bulamadım dedi. Hayır, onlar katil olamaz, bundan eminim dedi. Siz de aynı şeyi söylüyorsunuz fakat kendileriyle iletişimde olduğunuzu da ekleyerek. Bilirsiniz o halde: Babanız onlarla gerçekten görüşmüyor mu?”
“O kadarını ben bilmem. Kendisi ne demişse odur,”
Bu kadının netliğini seviyordum – yalanlarından nefret ettiğim gibi. Bir de hangi sözlerinin yalan olduğunu bilseydim…
“Babanızın üvey kardeşlerinizle görüşüp görüşmediğini bilmediğinizi söylediniz. Demek ki sizin onlarla olan ilişkiniz babanızdan bağımsız. Bunun nasıl başladığını sorabilir miyim?”
“Katilin onlardan biri olmadığını söyledim. Geri kalan sizi neden ilgilendiriyor?”
Retorik bir soruydu, vakit kazanmak istiyordu. Çok belliydi.
“Katiller erkek olmak zorunda değil. Belki onların eşleri bunu yapmıştır. Belki sizin ve kardeşinizin onlarla olan ilişkisinden bir şeyler bulabilir, bu tezin doğru veya yanlış olduğunu kanıtla ve ya dosyayı kapatır, ya da diğer olasılıklar üzerine odaklanırız.”
Yeterince politik bir cevaptı, gerekli vakti de ona vermiştim.
“Bakın avukat, sizinle açık konuşacağım. Aile bağlarımızı deşmenizden hoşlanıyor değilim. Öte yandan kardeşimin intihar etmediğini, öldürüldüğünü, bu konuda makul şüpheleriniz olduğunu söylüyorsunuz. Ben adalete önem veririm. Aileyeyse adaletten de fazla önem veririm. Bunu anlayışla karşılayacağınızı sanıyorum.”
“Dediğinizi anlıyorum fakat benim işimin de adalet olduğunu unutmayın.”
“Bunu unutacak değilim. Kardeşlerim benim için önemlidir. Hepsi. Ayten de öyleydi. Öz kardeşim, bebekliğini çocukluğunu bilirim. Durduk yere evden ayrılana dek hep beraberdik. O, nasıl denir, anneme çekmiş. Saftı, iyi niyetliydi. Kendisinden kötülük beklemezdiniz. Hayatını hep iyi şeyler yaparak, en azından yapmaya çalışarak geçirdi. Fakat, bilirsiniz, fazla iyilikten maraz doğar demişler. Kimin teline bastı da bu canice eylemin kurbanı oldu bilmiyorum fakat bunun diğer kardeşlerimle alakalı olmadığına emin olabilirsiniz. Bu sözleri onları korumak için söylemiyorum, hayır. Çok istiyorsanız araştırmaya devam edip kendiniz görün. Vaktinizi boşuna harcamış olursunuz. Bunu yapan her kimse onlar değil.”
“Bu durumda elimde üç kişi kalıyor. Babanız, eşi, ve…”
“Ve ben? Güldürmeyin beni avukat. Daha şimdi kardeşlerime önem verdiğimi söyledim. Hadi bu yalan olsun, onu öldürmek için bir sebebim var mı?”
“Sebebinizin olup olmadığını bilmiyorum fakat başka bir şeyi biliyorum: Kardeşiniz hastaneden çıkınca ona baktığınızı söylediniz. Başka ifadeler bu sözünüzü yalanlıyor. Kardeşlerine bu kadar önem veren birisi, hastaneden çıkan kardeşinin yanında olurdu. Değil mi?”
“Ne münasebet! Kim demiş kardeşime sahip çıkmadığımı?”
“Mesela eşi. Ben sorana dek bu konudan bahsetmedi bile.”
“Ne yani, ben değil de o mu durmuş yanında? O mu bakmış kardeşim tekrar iyi olana dek?”
“Bunu Muhammed de teyit ediyor?”
Böyle ucuz ve nedensiz bir yalanı söylemiş olması bir nebzeydi ama inatla sürdürmeye çalışması sinir bozucuydu. Allah’tan uzatmaya devam etmedi.
“Siz bana açık konuştunuz, ben de size açık konuşacağım. Hiçbirinizin dediği bir diğerininkini tutmuyor. Hiçbiriniz tamamen yalan söylüyor olamazsınız diye umuyorum. Peki, neden? Siz mesela. Neden bu kadar ucuz bir yalan söylediniz?”
“Utandım. Kardeşimle o ara bozuktuk biraz. Hastaneden çıkardık ama akşamında yanında değildim. İçimdeki utanç dışıma böyle yansıdı.”
“İçinizdeki başka nelerin dışınıza farkı yansıdığını düşünüyorsunuz?”
“Bana yalancı demekten sizi men ederim avukat.”
“Hayır, estağfurullah. Benim sizinle bir derdim yok. Benim katille bir derdim var. İzninizle geldiğim noktayı açmadan önce farklı ifadelerden devam edelim.”
“Buyurun.”
Sesinde, babasının sesindeki soğukluk vardı.
“Çok uzatmayacağım. Üç şey dikkatimi çekiyor. Birincisi, babanız kardeşinizin eşinden nefret etmesine rağmen onun katil olduğunu iddia etmiyor. Yeğeninize kalırsa babası suçlu, çoktan idam edilmiş olması gerekti. Sizse katili sizden önce bulmam konusunda ültimatom verdiniz ve hiçbir ismi öne atmadınız, üvey kardeşleriniz olması ihtimalini bir ihtimal olarak dahi görmediniz. Şimdi bir daha kim olabilir diye sorsam bir cevap verir misiniz?”
“Benden, dediğimden farklı bir laf alamazsınız avukat bey. Ben de kendi imkanlarımla araştırıyorum bu konuyu. Belki sizden hızlı bile gidiyor olabilirim. Sizin öğrendiğiniz şeyler benim işime yararsa ben de size işinize yarayacak bir şeyler verebilirim.”
“Eğer derdiniz katilden intikam almaksa işbirliği yapmamız ikimizin de hayrına olacaktır.”
“Siz onu polise verirsiniz avukat. Onun elime geçmesi lazım. Size, benden önce bulmanızı boşuna tavsiye etmedim.”
“Ben polise veririm, siz ise vermezsiniz. Ne yaparsınız onun yerine? Mesela kardeşinize mi verirsiniz?”
“Damarıma basmaya çalışıyorsunuz fakat boşuna uğraşıyorsunuz. Elinizde bir şey varsa söyleyin, ben de benimkileri. Yoksa eğer, boşuna beni meşgul etmeyin.”
“Peki. Ondan önce izninizle iki şeyi sormak istiyorum. Ardından bildiklerimi dökeceğim.”
“Sabırsızlıkla bekliyorum.”
“Babanızın ne iş yaptığını biliyor musunuz?”
“Hayır. Sormamam gerektiğini biliyorum, bu da kendi başına pek çok şey anlatıyor. Ne yaptığını ne ettiğini öğrenmeyi benden boşuna beklemeyin.”
“Tamam. İkinci soruma vereceğiniz cevap benim için çok önemli. Anneniz kardeşinizden kısa bir süre önce öldü. Ben size sormadan siz kendiniz sormuştunuz. Bu konuda bir bilgi edindiniz mi?”
Koltuğunda hafifçe sallandı.
“Hayır.”
“Neden gizlediğinizi bilmiyorum fakat gizlediğiniz şeyi de neden gizlediğinizi de bulacağımdan emin olabilirsiniz.”
“Kendinize güveniyorsunuz avukat. Eğer kendinize bu kadar güveniyorsanız önce kardeşimin işini çözün.”
Blöfüm işe yaramamıştı fakat ağır, tane tane ve düşünerek verdiği bu cevap, aklımdaki senaryonun onun da aklına yattığını gösteriyordu. Beklememe gerek yoktu.
“Annenizin ve kardeşinizin ölümlerinin bağlantılı olduğundan eminim. İkisi de geride iz bırakmadan, profesyonelce cinayetlere kurban gitti. Anneniz zehirlendi, kardeşinizse büyük ihtimalle boğuldu – tabi eğer otopsi raporu doğruysa. Cinayet yöntemleri farklı ve güzel seçilmiş. Geride kalan soru işaretleri ikisinin profiline de uyuyor.
“İkisine birden ulaşabilecek iki kişi var. Birisi siz, birisi babanız. İkiniz de kardeşlerinizi koruyorsunuz ve bu nedenle onları, en azından şimdilik, eliyorum. Sizin annenizle ilişkinizi hiç soruşturmadım fakat pek yakın olmadığınıza bahse girerim. Hayır, siz babanızla yakınsınız. Yakınlığınızsa ikinize de zarar veriyor çünkü karakterleriniz çok benziyor. Tabi, mutlaka böyle. Sabah düşündüğümden çok farklı birisiniz. Sıradan bir ev hanımı ve siz? Hayır, bu imkansız. Yanlış mıyım?”
“Devam edin.”
İlgisini çekmek hoşuma gitmişti.
“Bunu şu ana dek hiç düşünmedim ve üstünde çalışmam gerekiyor fakat bir deneme yapayım. Kardeşiniz, babanızın da sizin de ne işlerle meşgul olduğunuzu biliyor. Bir gün belki görmemesi gereken bir şeyi gördü, belki duymaması gereken bir şeyi duydu. Bunu da annenizle paylaştı. Önce anneniz kaldırıldı ortadan, sonra da kardeşiniz.”
“Beni kardeş katliyle suçladığınızın farkındasınızdır umarım?”
“Katil siz olmak zorunda değilsiniz. Belki eşinizdir? Şimdiye dek üzerinde bir an bile durmadığım, aklımın ucundan dahi geçmeyen eşiniz?”
Kenara sıkıştırarak değilse sinirlendirerek ağzından laf almak istiyordum, o ise inatla sakin kalmayı başarıyordu. Babası artık yaşlanmıştı, onca yılın deneyimine rağmen yaşı nedeniyle sinirleri gevşemişti. Onun sinirleriyse hala çelik gibiydi.
“Babamdan olmadı, benden olmadı, sıra kocama geldi. Öyle mi avukat bey? Onu da temize çıkardığınızda sıra kime gelecek? Çocuklarıma mı?”
“Yanlış anladınız. Derdim sizi suçlamak değil. Tutarlı bir anlatı bulup bunu doğrulamaya çalışmak. Herkes bir diğerinin kardeşinizle sorunları olduğunu söylüyor fakat bunların hiçbiri bir cinayete sebep olabilecek kadar büyük değil. Bir şey, anormal bir şey olmuş olmalı fakat kimse bu anormal şeyin ne olduğunu söylemiyor. Neydi? Ne oldu da bu cinayet işlendi? Son zamanlarda değişen neydi ki kardeşinizin hayatta kalması bir sorun olarak görüldü?”
“Elinizde bir şey olmadığını daha güzel anlatamazdınız avukat bey. O halde ben size bir şeyler vereyim. Hayır, katil ben değilim. Babam da değil. Kardeşlerim de değil. Başka kimlerle konuştunuz?”
“Ev arkadaşı, bir de kurs verdiği yerin müdürü.”
“Ev arkadaşı ve müdürü. Başka? Diğer arkadaşları?”
“Sadece bu kadar.”
Uzatmadı.
“O gün evine girip çıkan kimler olmuş?”
“Ne yazık ki bilmiyoruz. Sokakta iki güvenlik kamerası var görünüyor ama ikisi de çalışmıyor.”
“O halde neden katili dışarıda aramıyorsunuz da illa aile içinde bulmayı bekliyorsunuz?”
“Ne kapıda zorlama var ne boğuşma izi. Eğer katil tanıdığı biri değilse profesyonel olmalı ve bir profesyonelin kendisini öldürmesi için gerekli bir sebebi ne gördüm ne duydum.”
“Elleriniz bomboş, kavruk bir çölde yolunuzu arıyorsunuz avukat bey. Ben size bir iki şey vereyim” deyip derin bir nefes aldı. “Babamın ne iş yaptığını bilmediğimi söyledim. Düşmanları ise yok değildir. Annemin ölümünden sonra silah taşımaya başladı. Yaşlı kurdun peşine düşen birilerinin olması lazım. Bunlar, kendisine mesaj vermek için kardeşime gitmiş olabilir.”
“Bunu neden daha önce söylemediniz?”
“İlgili olduğunu sansam da elimde bir kanıtım yoktu.”
“Şimdi var mı?”
“Hayır. Fakat bulacağım.”
Beni doğru yola mı yönlendiriyordu yoksa yoldan mı çıkarıyordu bilmiyordum ama hikayesine devam etmesini istedim.
“Detaylandırmam mümkün değil. Bizim bunak işlerinden bahsetmeyi sevmez – ben de sormayı sevmem. Kanunsuz işlere bulaştığını ufaklıktan beri bilirim ama silah mı kaçırır, kadın mı satar, kumar mı oynatır bilmem. Yaşı oldu yetmiş. Ya yakalanmadı, ya salındı. Yakalanmadıysa başarılıdır, sorgulamak gereksizdir. Salındıysa arkası vardır, uğraşmak beyhudedir. Ben boş işlerle uğraşmayı sevmem, bu yüzden de sorgulamam.”
“Bana, başta düşündüğümün doğru olabileceğini söylüyorsunuz: Annenizle kardeşinizin ölümlerinin bağlantılı olduğunu. Suçlu olarak da babanızın ters düştüğü kim veya kimlerse onu veya onları gösteriyorsunuz. Neden bunlar babanız yerine ailesiyle uğraşıyor?”
“Yetmiş senenin kim bilir kaç yılında yapmış işini. Demek ki birileri için değerli hala. Kullanabildikleri kadar kullanmak istiyorlar.”
“Siz olsanız, hadi eşinizi de geçtim, çocuğunuzu öldürmüş biriyle iş yapar mısınız?”
“Ben benim. Babamsa babam.”
Netti. Yine.
“O halde size belki bilmediğiniz bir şeyi söyleyeyim. Adalet sisteminden birileri de babanızın arkasını topluyor. Bu cinayetin, sizin de döndürüp durduğunuz üzere, başka ve daha büyük bir şeyle bağlantılı olduğunu düşünenler var.”
Hiç şaşırmamıştı.
“İzninizle, eğer söyleyeceğiniz başka bir şey yoksa, son bir şey sorup kalkmak istiyorum.”
“Sorun, sonra ben son sözümü söyleyeyim.”
“Peki. Kardeşinizin cenazesine neden gitmediniz?”
Hışımla oturduğu yerden kalkıp “yalan!” diye bağırdı. İlk defa bu halini görmüştüm, yalan olduğuna inandım. “Bana dilediğinizi deyin ama kardeşine değer vermeyen biri diyemezsiniz!” diye yüksek sesle devam etti, farkına varmış olacak ki iki derin ve titrek nefes alarak oturdu.
“Kim söyledi bu şerefsizce yalanı?”
“Doğruyu söylediğinize inanıyorum fakat lütfen benden bir isim beklemeyin” dedim elimi hafifçe kaldırıp sakinleşmesini umarak.
“Konuştuğunuz kişilerin kimler olduğu belli. Bunu söyleyecek olan da. Elbette bunun hesabı sorulur” dedi çakmak çakmak gözlerine tezat sakin bir sesle.
“Yanlış bir şey yapmayacağınızı umuyorum. Son bir sözüm var demiştiniz?”
“Son sözüm bitti avukat bey. Müsaade sizindir” deyip tekrar ayağa kalktı. İyi akşamlar dileyip dükkâna döndüm.