You are currently viewing Savcı Adil Hakkatapan’ın Maceraları: Hiç Kimse Cinayeti

Beş Sayfa

İki gün diğer işlerimle uğraştıktan sonra tekrar Ayten cinayetine döndüm. Hiç gereği yokken Kâmil abi beni odasına çağırdı. Sormadan kola doldurdu, beni baş misafir koltuğuna oturttu ve sessizce oturmaya başladı. Geçen senelerde öğrenmiştim ki Kâmil abinin sinirinden kaçmak gerekliydi, sessizliğiyse sinirini aratırdı. Bir şeyleri yanlış yapmıştım, neyi yanlış yaptığımı öğrenmek üzere bir idam mahkûmu gibi infazımı beklemekten başka çıkarım yoktu. 

“Bu herifin adını hiçbir yerde bulamadım demiştin, değil mi?” 

İnfaz başlamıştı. 

“Yani, baktım biraz ama…” 

“Ne demek lan biraz baktım? Dalga mı geçiyorsun sen? Böyle mi savunuyorsun müvekkillerini? Ne demek oğlum biraz baktım? Çok bakacaksın. Yemeyeceksin, bakacaksın. İçmeyeceksin, bakacaksın. Uyumayacaksın, sıçmayacaksın, sevişmeyeceksin ve bulana kadar bakacaksın. Ne zaman ki buldun, o zaman istediğin boku ye. Bakmadım, bulamadım, yardım et Kâmil abi. Yemeğini de çiğneyip vereyim mi ağzına?” 

“Öyle değil Kâmil abi. Baktım da….” 

“Ne demek lan baktım da? Ne dedim ben şimdi? Bulana kadar bakacaksın. Bulamadın mı? Başka işin olmayacak. Sene olmuş iki bin bilmem kaç. Kaçtı lan harbiden? Ha, altı. İki bin altı. Seneyi bile unutturdun. Neyse. Ne diyordum? Ha. Sene olmuş iki bin altı. Kayıtsız kuyutsuz geçtim işi gücü, sıçmaya bile gidemiyorsun. Her şey bir yerlerde kayıtlı. Nereye bakacağını bile bilmiyor musun evladım? O kadar para alıyorsun da en temel şeyleri bile bilmiyor musun?” 

İşten kovulacağımı düşünerek gerilmiştim. İllaki başka yerde de iş bulurdum ama hiç beklemezken işsiz kalmak, malumunuz, pek hoş bir şey değildi. 

“Ben yapabildiğimi yapmaya çalışıyorum Kâmil bey” dedim. Abi denilecek bir anda değildik. O da çok sert çıktığını böylece fark etmiş olsa gerek, müstehzi bir gülüşle “bey ne oğlum, ben demedim mi bana abi diyeceksin diye” diye sordu. 

“Öyle dediniz ama…” 

“Bak şimdi de siz çekiyorsun. Ne oldu, aramız mı bozuldu?” 

“Yok. İşimi düzgün yapamadığımı düşünüyorsanız sonrasında. Hani…” 

Bir daha güldü. 

“Salaklaşma. Senden memnunuz. Bir işte eksiği var diye de kimse kimseyi kovmaz. Sana kızdım çünkü” deyip elini çekmecesine attı, incecik bir dosya çıkarıp masaya vurdu. “Çünkü şu kadarcık şeyi bulamadın. Al hadi, hayrını gör”. 

“Bu ne” diye sorup dosyayı açtım. İlk sayfada kocaman “Muhammed Aygül” yazıyordu. Muhammed Aygül? 

“Bu kim?” 

“Senin adam. Ayten miydi o öldürülen? Onun babası. Hakkındaki bütün kayıtlar burada.” 

“Bu adamın soyadı Şahin değil miydi?” 

“E, günaydın. Sen daha neye bakacağını bilmezsen tabi bir şey bulamazsın” deyip kolasını fondipledi, yenisini doldurdu. Benim kolam öylece duruyordu. 

Ayhan’dan olma Birgül’den 1936’da Akçaabat’ta doğma Muhammed Şahin. İlkokulu okumuş, sonrası yok. Askerliğini Irak hududunda yapmış. SGK ve Bağ-Kur kaydı yok. Ömrü boyunca maaşlı bir işte çalışmamış. Muhammed Şahin olarak hakkında bir kaçakçılık davası var, iki sene yatmış. Bundan başka poliste ve savcıda bir kaydı yok. Hastane kaydı yok, dişçi kaydı yok… 

“Bu nasıl bir adam Kâmil abi? Bir insan yetmiş sene nasıl geride hiçbir kayıt bırakmadan yaşayabilir?” 

“Nasıl kayıt bırakmadan? Daha ne kayıt bıraksın istiyorsun? Adam soyadını değiştirmiş, hem de mahkeme önünde. Herkes adını değiştirir, peki soyadı? Orada ciddi işler var demektir.” 

“Ne zaman değişmiş soyadı? Yirmi sekiz yaşında. Askere gittikten ve mahkemeye çıktıktan sonra. 1964. Kim vardı o zaman başta?” 

“Gürsel cumbaba, İnönü başbakan.” 

Saniye düşünmemişti. Bu adamın cumhuriyet tarihine olan hakimiyetine hayrandım. 

“Kaçakçı dediğin bir davada işinden vazgeçmez. Zenginliğinin kaynağının ne olduğunu öğrendik. Öğrendik ama, bu adam Karadenizli. Askerliğini yaparken örgütü bulmuş, katılmış diyelim. Sonra uzaktan uzağa nasıl devam etti? Bu ne biçim bir iş Kâmil abi, her öğrendiğimiz şeyle daha fazla soru çıkıyor ortaya?” 

Cevap vermedi. Ben okumaya devam ettim. Üstüne kayıtlı üç buçuk sayfa taşınmaz vardı. Kazancı, maşallah, yerindeydi. Bunların bir kısmı köyünde, birazı İstanbul’da, birkaçı da İzmir’deydi. 

“Vergi levhası yok. Hastane kaydı yok. Yetmiş sene hiç mi hastaneye gitmemiş?” 

“Ya da gitmiş ama başka bir isimle.” 

“Ne bu adam, PKK’lı filan mı?” 

“Onu da sen bul artık. Ben sana vereceğimi verdim.” 

“Kâmil abi, bir şey soracağım. Senin çocuğun vardı, değil mi?” 

“Vardı.” 

“Diyelim ki bir çocuğun daha var. O da tuttu kardeşini öldürdü. Katil olanı korurdun, değil mi?” 

“Tutup polise vermezdim ama bir daha yüzüne de bakmazdım herhalde. Büyük konuşmayayım, böyle şeyler üstüne ahkâm kesilmez.” 

“Geçen gün gittim ya yanına. Eski eşinden çocuklarının olduğunu kabul etti ama onları görmediğini iddia etti. Bu bana pek olası gelmiyor. Ben önce çocuğunu korumak için yalan söylüyor, aslında görüşüyor diye düşündüm ama seninki de mantıklı. Ne de olsa kızı. Oğlunu ateşe atamıyor ama görmeyi de istemiyor artık?” 

“Bence onun yerine başka bir şeyi düşün. Diyorsun ki adam dengesiz, git gel akıllı. Bir anda parlayıp sönüyor. Elli sene kaçakçılıktan ekmek yiyen biri polisi de tanır, jandarmayı da tanır, askeri de tanır, savcıyı da tanır, hâkimi de tanır, siyasetçiyi de tanır… Kendi payını isteyenler ihaleyi her zaman yüksekten açar, sonra arada buluşulur. Bu adam bu kadar sene hiç mi parlamadı onlara?” 

“Ben şu ablaya bir gideyim Kâmil abi. Önce onun da kaydını kuydunu bir bulayım da gideyim. Adamda ne iş olduğunu kendi dökmüyorsa kadın döker, ben de bari ne yapacağımı bilirim” deyip ayağa kalktım. Başıyla otur dedi, geri oturdum. 

“Bana bak, bunu bir defa söyleyeceğim. İyi dinle ondan. Kaç sene oldu. Sen beni tanıdın, ben seni tanıdım. Bir daha bana siz çekersen, bey çekersen, öyle artistlik yaparsan ne yaparım?” 

Sustum. 

“Kovarım. Beni biliyorsun, lafı evirip çevirmem. Düz konuşmaktan aciz bir mankafa gibi davranırsan bir daha, kimseye sormam, çıkışını veririm. Tamam?” 

“Tamam.” 

“Hadi git, adı ne boktuysa o kadını araştır, şunu çöz de biraz da ekmeğimize bakalım. Çok uzadı bu mevzu.” 

O kadar çok uzamamıştı, yeni başlıyorduk aslında ama mesaiyi biraz da kişisel ilgiye harcamak olmuyordu. Haklıydı ve bu dosya tamamlanıp savcıya tevdi edilmeli, mahkemesi de görülmeliydi. Bir an önce.