Son Karar
“Erken mi sanki?”
“Yani, bilmiyorum ki. Öyle derler.”
“Geç olunca ne oluyormuş?”
“Ne bileyim. Gençliğinizi yaşayın filan derler ya işte.”
“Ne yaşayacakmışız ki? Söyleseler de yaşasak keşke.”
“Ya işte böyle deniz, kum, güneş, kızlar filan.”
“Kızlar fikri hoşuma gitti.”
“Bunu bir düşünelim.”
Önündeki kahveden bir fırt çekti. Kızlar fikri gerçekten hoşuna gitmiş miydi acep? Bir kenara not alıp daha sonra, uygun bir zamanda sormak gerekti.
“Babama şaşırdım ben esas.”
“Ben de. Meral Abla dese, Rıfat Efendi dese neyse de kendi kendine öyle çıktı. Akşam dedi mi bir şey?”
“Hoş geldin beş gittin, iyi geceler. Sabah da konuşmadı bunun hakkında.”
“Delirmiş filan olmasın?”
“Saçmalama. Ne güzel karşı çıkmadı işte.”
“Ben karşı çıksın demiyorum ki. Sessiz kalsa bile bana yeterdi. Çıktı, kendi kendine hadi evlenin artık dedi. Doğru söyle, bezdirdin mi adamı? Senden kurtulmaya mı çalışıyor?”
“Belki sevgili bulmuştur kendine, evlenmek istiyordur. Olmaz değil ya?”
“Değil valla. Çifte düğün yaparız, ne güzel. Hatta Meral ablayı da Rıfat Efendiye alalım. Üçlü düğün. Bizimki de beleşe gelir, on numara iş olur.”
“Yalnız ne çok paraydı o. Alacak mıyız gerçekten?”
“Almasak öyle duracak. Bari bir işe yarar. Fena mı olur? Yok, bilsem ki kendi kullanacak biz dokunmayınca, zaten olur demem.”
“Öyle ama, ne bileyim…”
“İşte ev alırız, tapuyu da onun üstüne yaparız. Sonra başkasına kira ödemek yerine ona veririz. Söz de verdi, lazım olursa kullanacak. Bence mantıklı.”
“Mantıklı ama borç gibi de biraz böyle.”
“Sakın yanında bunu söyleme, sana da basar kalayı.”
“Yapmaz. Beni seviyor o.”
Kahvesinden bir fırt daha aldı, sonra da ben.
“Düğün olmadan olmuyor muymuş? Zaten kimi çağıracağız ki?”
“Valla bende kimse yok. Bir Rıfat Efendi, o kadar. Hadi Serdar da gelsin. Belki Hakan ve Mali. Hasan bey, Kâmil abi. Daha? Gerisi daha uzak arkadaşlar. Deniz, Selin, Harun, belki Burak. Ha, bir de Aylin. Bende yok ama Serdar’da vardır numarası. Bu kadar. Kaç etti? Bir, iki, dört, altı, yedi, sekiz, on, on bir. Tümü bu kadar.”
“Teyzem de var.”
“İşte o senin teyzen. Ondan saymadım.”
“Ben de bir bakayım. Teyzem, iki amcam var. Teyzemin de birkaç kuzeni. Ayça gelse, Ceyhun, Yeliz, Seda belki…”
Lafını böldüm.
“Senin ikinci adın da mı var?”
“Evet?”
“Ve ben bunu dört sene sonra öğrendim?”
“Bilmem. Öyle mi oldu?”
“Öyle oldu tabi. Mezuniyette söylemeseler hiç bilemeyeceğim bak.”
“Yok ya. Evlenirken imza atmıyor muyuz, illa orada görürdün.”
“Neden gizledin?”
“O nereden çıktı?”
“Ben neden hiç duymadım bunu? Hiç söylemedin?”
“Sormadın ki?”
“Ne bileyim. İnsan sevdiği kızın adını bilir sandım.”
“Biliyorsun zaten işte?”
“Ya tam adını diyorum. Başka adın var mı?”
“Latin Amerikalı olsaydım olurdu. Güzel de olurdu bak böyle sekiz on isim. Süper.”
“Dalga geçme, ciddiyim ben.”
“Ne dememi istiyorsun ki? Kimliğimde yazıyor ama kimse kullanmıyor diğer adımı. Ben bile unutuyorum bazen.”
“Kardeşin filan da var mı?”
“Yuh ama artık!”
“Ne bileyim ben canım. Daha adını bile bilmiyorum.”
“Abarttın sen de.”
“Baban Ermeni adı, annen Türk adı mı koymuş?”
“Yo? Seda Ermeni ismidir. Yani iki dilde de var.”
“Oha. Daha neler öğreneceğim Allah bilir.”
“Bırak şimdi bunları. Ne yapacağız, onu düşün.”
“Ne yapacağız… Evlenelim ya, ne güzel. Aynı evde oluruz hep. Kimse gelir mi, basılır mıyız derdi yok. Daha ne olsun?”
Güldü. Ne hindi ama…
“Seni elimden alamadıklarında bu kadar yeter, boşanalım demek yok o zaman?”
“Eve mi gitsek?”
“Önce şu işi bir bitirelim.”
He dese şaşardım zaten.
“Evlenelim ya. Valla. Bugün olmasa yarın zaten, ne değişir? Erteleyince, sonraya bırakınca ne geçecek elimize?”
“Bilmem. Ama babamın fikri değişmeden yapalım gerçekten. Sonra yok dedi mi yine uğraş dur. Hazır kendisi de söylemişken…”
“Gidelim mi nikah dairesine? Hemen şimdi yapsınlar bitsin.”
“O kadar da değil. Karar verin, bize de bildirin dediler.”
“Karar verdik, nikahı kıydık deriz işte. On bende, on sende yirmi kişi. Bir yemek veririz, evlendik deriz, biter gider.”
“Olmaz. Teyzem saçımı yaptıracağım dedi, hayatta olmaz.”
“Tamam, saçını yaptır deriz biz de? Bu kadar önemli mi bu saç?”
“Önemli olmasa söylemezdi. Tamam, kadar verdik. Evleniyoruz” deyip uzandı öptü.
“Benden az uzak dur, ne olur ne olmaz. Dışarıdayız, dayak yemeyeyim sonra.”
Yine güldü. “Hadi eve gidelim o zaman” dese olmazdı zaten.
“O halde… Ne zaman?”
“Ne kadar erken o kadar iyi. Değil mi?”
“Önce tarih almamız lazım. Daire açık mıdır?”
“Saat altı oldu. Değildir.”
“Ben yarın sorayım o zaman. Belge filan da istiyorlardır, onları da tamamlamak lazım. Ona göre yarın karar veririz.”
“Eve mi gitsek?”
“Evlenmeden olmaz.”
“Şimdiye kadar oluyordu ama?”
“Olsun. Biraz da sürün. Evlenmeden olmaz.”
“Nöbetçi imam filan bulalım o zaman.”
“Bak o da var. Babam kilisede de nikah isterse ne yapacağız?”
“Kalkar gideriz. Ama ahtım olsun bak, kilisede yaparsam camide de isterim. Ya ikisi ya hiçbiri.”
“Kendin anlatırsın o zaman.”
“Pilavdan dönenin kaşığı kırılsın.”
“Kendin istedin. Ben hiç karışmam.”
“Ev de alalım ya, değil mi? O para yetmezse kredi filan çekeriz. Böyle güzel bir yerde, söyle eli yüzü düzgün bir ev.”
Neresiydi güzel yer? O, idare hukukuna merak salmıştı son sene ama sonrasında iş bulma sıkıntısı çeker diye bunun üstüne çalışmak istememişti. Ermeni asıllı Türk’ün idari mahkemede yeri olur muydu? Ondan sonra anayasa, en son da bunlardan tamamen ayrı ve bağımsız ticarete merak salmış, benim aksine yüksek lisans yapmak da istemişti. Galatasaray ve İstanbul’a başvuracaktı, buna göre arada, benim işime ve onun okuluna yeterince yakın bir yer bulmamız en iyisiydi. Sonuçlar açıklanana ve nerede devam edeceğini görene dek ev işi bekleyebilirdi. O halde nikah tarihini de ona göre ayarlamak en doğrusuydu.
Ağustos için gün soracaktı. Anlaştık. Eğer İstanbul olursa Aksaray – Kocamustafapaşa taraflarına bakmaya, Galatasaray olursa da Nişantaşı – Osmanbey taraflarına bakalım diye düşündük.
“Böyle de olmadı ama. Birinde Rıfat Efendi, birinde babam. Hangi tarafta ev alsak diğerinin hatırı kalır.”
“Ne yapalım, onlar da anlayışlı olsunlar canım. Birine yakın diye bizim için daha rahat olan yerde yaşamayalım mı?”
“Doğru dedin ama olmaz. Başka bir yer bulalım.”
Bulalım da nereyi bulalım?
“Zaten Nişantaşı pahalı olur. Gereksiz.”
“Ben Fulya tarafını seviyorum ya. Sessiz sakin böyle.”
“Ne kadar da sessiz sakin. Beş dakikada Mecidiyeköy’desin. Şehrin belki en kalabalık yeri.”
“O olmaz, bu olmaz. Karavan alalım o zaman. Bir gün birine, diğer gün diğerine yakın çekeriz arabayı.”
“Onu sonra alacağız zaten ya. Çocukluk hayalim. Çek istediğin yere. Bir gece dağda kal, bir gece ormanda, başka gece deniz kenarında. Oh.”
“Ehliyetin var mı?”
“Alırız işte sana?”
“Oldu hanımefendi. Başka arzunuz? Ben koca alıyorsun sanıyorum, sen şoför peşindeymişsin meğer.”
“Sen yorulunca ben de sürerim tamam. Önce evi bir bulalım da.”
Hiçbir konuda bir sonuca ulaşmadan o günkü konuşmamız böylece uzadı gitti. Ertesi gün ben işteyken nikah dairesine uğrayıp gerekli evrakı ve tarihi sordu. 27 Ağustos’a gün varmış. “Yap siparişi o zaman” dedim ama benim de kimliğim lazımmış. Akşam buluşunca kimliğimi verdim, sonraki gün kaydımız yapıldı. Nikahtan önce verilecek evrak da üç beş parçaydı.
İşler sonunda ciddiye binmişti.
Cumartesi aile büyüklerini topladık ve aklımızdakileri anlattık. Meral Abla hemen tarihi sordu, Ağustos dediğimizde rahatladı. Saçını yaptırabilirdi o vakte dek.
“Bu kadar mı önemli bu saç Meral abla? Biz seni böyle seviyoruz.”
“Olmaz. Düğün demek kızın annesinin kızından güzel olduğu zaman demek. Sadece saç mı? Daha bunun makyajı var, elbisesi var. Var da var.”
“Yalnız düğün düşünmedik biz.”
“O ne demek ayol?”
“Nikah yaparız yeter işte, bir de düğün neye gerek?” diye sordu Anahit. Meral Abla kısadan bir düşündü, “tamam, öyle olsun” dedi. Ya biz önceki akşam düğün kavgasına hazırlanmıştık o kadar ama? Böyle hemen tamam demek olmuş muydu yani? Ayıptı hiçbir şey değilse.
“Ev filan da bakmak lazım” dedi Levon Amca. Onu Anahit anlattı, hepsi aklımızdakini makul buldu. Çok emindi kızının Galatasaray’a kabul alacağından, hiç öyle şey olur mu demedi.
Hani evlilik, düğün filan sorun çıkarıyordu? Biz kolay kolay hallediyorduk hepsini? Biz mi şanslıydık yoksa anlatanlar hep abartarak mı anlatıyordu?
Sıra eşya olayına geldi. Rıfat Efendinin kutusundan hiç bahsetmeden benim rahmetlik peder beyimden kalan tarlaların parasıyla evi döşemeyi düşündüğümüzü söyledim. Buna da tümü razı geldi, Rıfat Efendi de kendini ortaya atmadığımız için mutlu göründü.
Gelirimiz var, paramız var, ev bulmaktan yana sıkıntımız yok, eşya da alıyoruz. Son kalan davetliler konusu oldu. Levon Amca bu konuda coştu da coştu. Sekiz kuşak önceden akraba olduğu kimseleri mi çağırmak istemedi, konu komşuyu mu? Benim arkadaşlarımdan ayrı akraba olarak bir Rıfat Efendim vardı. “Çocuk orada ezilsin mi? Olmaz” dedi Meral Abla ve tüm akşam beklediğimiz tartışma sonunda koptu.
Rıfat Efendi “çocukların evliliği, bana söz düşmez” deyip kenara çekildi. Levon Amca illa eş dost torun tombalak ne varsa çağırmak istiyordu, Meral ablaysa olmaz diye diretiyordu.
“Bit kadar nikah salonu zaten. O kadar insanı nereye sokacaksın?”
“Sığmayan kapıda bekler.”
“Öyle şey mi olur? Hem davet et, hem kapıda bırak. Başka arzun?”
“Salon tutarız, düğün yaparız.”
“İstemiyoruz dedi çocuklar.”
“İsterler, isterler.”
“Kendilerine sor hele isterler mi?”
“Benim kızım ister. İstemez mi? Ha, istemez misin?”
“İstemem demedim mi?”
“Aklına soktular bunu, değil mi? Yoksa neden istemeyesin?”
“Baba, başlama yine.”
“Kimsesiz gibi bir ikiniz, bir de biz mi olacağız koca salonda?”
“Siz de gelmeyin o zaman. Ben iki şahit bulur, yaparım” diye bağırdı Anahit. Levon amcanın yüzü şekilden şekle girdi, sonunda pes etti.
“Tamam. Ama sonra bana deme düğün de yapmadık diye.”
“Uzatıyorsun ama.”
Kızınca ne kadar da komik oluyordu! Gülmemeye çalışıp öylece oturmaya devam ettim.
Meral Abla elbiseden söz açtı, Anahit bir gelinlik bulduğunu söyledi Rıfat Efendiden yine bahis açmadan. Ne zaman buldu, nasıl buldu, hangi ara baktı, neye benziyor… Meral ablanın çok sorusu vardı ama Anahit’in cevabı yoktu. Hakkını vereyim ama, tüm soruları ustalıkla savuşturdu.
En sonunda beklenen soruya geldi sıra.
“Kilisede merasimi nikahtan önce mi yapacaksınız, sonra mı?”
Şimdi benim “kilisede yaparsak camide de yaparız” deme vaktimdi ama Anahit gibi bağırıp onu susturma şansım da yoktu, Meral Abla gibi bir saat kavga etme şansım da. Ne diyecektim?
“Camiden çıkışta yaparız diye düşündük.”
Sen misin bunu diyen? Daha geçen gün “hadi evlenin” diyen adam “ben bu evliliğe izin vermem o zaman” diye çıktı.
O muydu bunu diyen? Daha ben ağzımı açmadan Anahit “baba” diye sesini yükseltti, ikinci kelime ağzından çıkmadan Meral Abla Anahit’in elini sakince tutup “dur kızım” dedi ve Levon amcaya döndü.
“Sen ne diyorsun?”
“Nikah diyorum. Tanrı katında nikah.”
“Senin tanrın devletin nikahını tanımıyor mu?”
“Meral, saçma saçma konuşma. Ne dediğimi bal gibi biliyorsun.”
“Senin kızın Hristiyan’sa bu çocuk da Müslüman. Ne olurmuş camide de nikah kıysalar? Tanrının incileri mi dökülürmüş?”
“Ben diyeceğimi dedim. Camide filan olmaz. Kilisede nikah yoksa da ben bu işe karşıyım.”
“İnat ettin, illa papaz efendi bu çocuğu yıkayacak yani?”
“Ne var? Söz verdi istemeye gelince.”
Doğru. Vermiştim. Rıfat Efendiye baktım. Ben dememiştim, o demişti vaftiz de olurum diye.
“Ananın babanın hakkı ne yapılırsa yapılsın ödenmez. O ki kilisede nikahı istiyor, o ki bunun için vaftiz olman lazım, o zaman yapılacak şey budur.”
Levon Amca kendisine destek bulunca “Ha şöyle” der gibi bir hareket yapıp sandalyesinde geriye yaslandı. Kimse bir şey diyemeden Rıfat Efendi sözlerine devam etti.
“Ana baba da analık babalık hakkını öne sürerek çocuklarına her istediğini yaptıramaz. Hayat onların, seçim onların, ev onların, evlilik onların. Bize düşen onlar düşünce kaldırmak, darlarını genişletmek, sıkıntılarını feraha erdirmek. Savcı bir söz verdi ve onu tutmak, buna karşı da başka şart sunmamak onun görevi. Bundan sonra onların kararlarına saygı duymak da bizim görevimiz.”
Levon amcaya karşı çıkacak bir alan bırakmamıştı ama benim de söyleyecek sözüm yoktu.
“İsimleri çoksa da Allah birdir. Dairedeki nikah da haktır, kilisedeki nikah da. Camide imam nikahına artık gerek kalmaz, onunla oyun olmaz.”
Levon Amca bizi umursamıyordu ama Meral Abla da “iyi dediniz” deyince yine ikiye tek kaldı. İstediğini de almıştı zaten, rahatlayıp bir oh çekti, garsondan ayran istedi.
Umduğumdan pek az kavgayla bu işi de atlatmıştık. Akşamın geri kalanı da huzurla geçti ve olaysızca evlerimize dağıldık.