Savcı Adil Hakkatapan’ın Maceraları: Gençliğin Son Günü

İlk Ders

“Sen mi geldin? Gel gel, geç otur. Ya da dur, iki çay kap gel. Hatta bak, en iyisi çıkalım. Kahvaltı ettin mi? Etmedin? Güzel. Cerrahpaşa’da bir börekçi buldum ki aklın şaşar. Hadi, gel. Hasan! Biz iki saat çıkıyoruz. Nereye mi? Ya nereyeyse nereye, sana ne? Telefonun var. Lazım olursa ararsın, kalkar geliriz. Hadi, hadi eyvallah. Hadi.”

Kâmil abi, kolunu omzuma attı ve çıktık. Az yukarı yürüyüp caddeye girdik, sonra sola döndük derken Hakan abinin dükkâna girdik. O ki benim mahalleme gelmişti, ev sahibi ben olmalıydım. Hakan abiden iki porsiyon ıspanaklı bana, iki kıymalı da Kâmil abiye istedim, birer de ayran alıp oturduk ve yerken konuşmaya başladık.

“Sen ne anladığını anlatacak mısın yoksa önce soracak mısın?”

“Ben ne anladıysam yanlış çıktı. Sorayım daha iyi.”

“Tamam hadi, sor.”

“Salim’in suçsuz olduğunu nasıl anladın?”

“Sence?”

“Bilmiyorum ki. O ‘ben öldürdüm, kimse azmettirmedi ben kendim karar verip öldürdüm’ dedikçe ben de inandım.”

“Sen böyle herkesin her sözüne inanırsan seni yerler.”

“Yok, herkesin sözüne de inanmam ama öyle içten gelerek söyledi ki aksini de düşünmedim.”

“Düşüneceksin. Defterin yanında mı? Çıkar. Tamam. Yaz. Ders bir: Suçlular gibi masumlar da yalan söyler. Sen doğruyu bulmak istiyorsan ağızdan çıkan ilk sözün yalan olduğunu düşüneceksin. Öldürdüm mü dedi? Demek ki öldürmedi. Öldürmedim mi dedi? Demek ki öldürdü. Buna göre sonraki sorularını soracaksın. Aman ha, sakın ilk düşündüğünü doğrulamaya da çalışma. Bu senin başlangıç noktan olacak. Öldürdüm dedi, baktın tutarlı da gidiyor. O zaman doğru söylemiş demektir.”

“Sadece bu kadar mı? Öldürdüm dedi diye mi aslında öldürmediğini anladın?”

“Daha şimdi demedim mi diğer sorularınla anlayacaksın diye? Ben de öyle yaptım. Aç bak, benim ikinci sorum neydi?”

Hemen notlarıma bakıp cevabını verdim: Kaç yaşındaydı?

“Peki, o ne dedi?”

“On altı.”

“Oho, sen daha ilk sorudan sınıfta kaldın. On altı demedi. Ayla, on altı dedi. Ben kardeşinin adını sormamıştım, o kendisi söyledi. Benim sormama gerek bırakmadı. Bu ne demek?”

“Sen sormadan ben cevap vereyim?”

“Hayır. Bu, kardeşini bir insan olarak görüyordu demek. Katiller, maktulleri insan olarak görmez. Eksiktir, yanlıştır, aşağıdır, kötüdür… Ama insan, en azından kendine denk insan değildir öldürülen. Salim, kardeşinin adını vererek onu kendisine denk tuttu.

“İsimler önemlidir Savcı. İsimler, herhangi bir şeyi bir insan, herhangi bir insanı bir birey, herhangi bir bireyi de tanınan, yiyen, içen, düşünen, anla işte nefes alan biri haline getirir. Yahudi hikayesidir bak, tanrıya ‘senin adın ne’ diye sorarlar, tanrı da kızıp ‘ehye aşer ehye’ der. Ben, ben olanım demektir bu, ben kimsem oyum. Benim ismimi bilirseniz beni sıradan görür, herhangi bir tanrı sanırsınız. İsim güçtür – hem ismin sahibi için, hem ismi bilen için.”

“Ben, ben olanım. Çok iyiymiş bu, kullanırım ben de bunu.”

“Palyaçoluk yapma! Bana masum olduğunu daha ilk cümlesinden söyledi böylece. Sonrasını anlamak bana kaldı. İkinci sorun?”

“Ben sakin olursun sanıyordum ama çok sert davrandın. Nedendi bu?”

“Odaya girdiğimizde ne yapıyordu?”

“Sandalyede oturmuş sallanıyordu” dedim ama bakmaya devam etti. Bu ne demek olabilir diye düşünüp kelimelerimi seçerek devam ettim.

“Rahatsızdı. Masumdu, masum olduğunu biliyordu. Onu suçlamamızı bekliyordu, sen de öyle yaptın. Suçladın. Onu rahatlattın.”

“Hayır. Ama sen daha bunları dahi bilmezsen işin var. Biz de seni becerikli sanıyorduk Savcı. Hadi, bir şans daha sana. Ne yapıyordu?”

Bu sefer daha uzun düşündüm. O arada Kâmil abi ayranın bitirip ikinciyi istedi. Ayranla beraber ben de konuştum.

“Kendini ikna etmeye çalışıyordu. Rahatsızdı, doğruyu söylemek istiyor ama söyleyemiyordu.”

“Yaklaştın ama bilemedin yine. Doğru, kendini ikna etmeye çalışıyordu ama doğruyu söylemek istediği için değil. Annesini ve abisini korumak için.

“Kendini yerine koy. Yaşın on yedi. Okumuyorsun. Bir işe sokmuşlar seni, yapamayıp çıkmışsın. Baban çalışıyor, abin çalışıyor, belki annen de çalışıyor. Evin işe yaramazı bir sen, bir de kardeşin. Suçu üstüne alıp aklınca ailesi için iyi bir şey yapmaya çalışıyordu. Yalan söylemek zordur, bu bir defa açığa çıkınca ancak daha fazla yalanla bunu kapatabilirsin. Yalan, sonra bir yalan daha, sonra bir tane daha… Nereye kadar? O, kendisinin ikna olmadığı bir yalana bizi nasıl inandıracağını düşünüyordu. Aklı sıra itiraf edecek, yazdığı hikâyeye bizi de ikna edip anasına babasına ‘bakın, ben de bir işe yaradım’ diyecekti. Ne bilsin karşısına benim çıkacağımı?”

“Valla senden korkulur Kâmil abi.”

“Yalanın yoksa benden korkacak bir şey yok koçum.”

“Sen sert çıkıp ‘ben senin yalanını yemem, bana doğruları anlat’ dedin. Anladım.”

“Aynen öyle. Ama bunu doğru seçmek gerekir. Bazısına kuzu gibi olman gerekir ki doğruları anlatsın. Bunaysa kurt olmak gerekti. Deneyim bunlar, zaman içinde sen de edineceksin. Gençsin daha. Başka soru?”

Notlarıma baktım.

“Kızın evli olduğunu nasıl bildin?”

“Sence? Soru soruyorsun, kendi fikrini de ekle.”

“El kadar kızı öldürmek için saçma sapan da olsa bir sebebinin olması lazım. Kavga etti diye kimse kardeşini öldürmez. Namus belası filan olması lazım. Ama o zaman da kızın katilinin kocası olması daha mantıklı. Bilemedim.”

“Oğlunu ortadan sonra okutmayan kızını okutur mu? Bana sorarsan kız ilkokulu bile okumadı. Oğlunu okuldan alıp işe veren de illa ki kızını kocaya vermiştir. Artık başlık alıp o parayı yemek için mi yoksa kıza daha fazla para harcamamak için mi, o kadarını ben bilmem. Onu da savcı bulsun.”

O böyle söylediği zaman her şey çok basit görünüyordu. Ben aptal mıydım da anlamıyordum?

“Sen böyle anlatınca kendimi salak gibi hissediyorum. Ne kadar basit şeyler halbuki.”

“Hepsi görmeye bakar. Dedim ya, toysun daha. Birkaç seneye kalmaz sen de kurdu olursun bu işlerin. Başka soru?”

Gözlerim notlarımdaydı.

“Azmettiren abisi dedin, öyle sandığın için demediğini anlıyorum. ‘Sen doğruyu anlatmazsan ben de başkasını yakarım’ mı demek istedin?”

“Bak bunu doğru bildin. Dahası da var ama. Dahası ne?”

Başımı defterden kaldırdım.

“Babası demedin, abisi ve annesi dedin. Babasını daha az sevdiğini düşündün. Okuldan almış, kendisine değer de vermiyordu herhalde. Daha çok sevdiklerini anıp korkuttun.”

“Aynen öyle. Annesi iyi biri değil, ha keza abisi. İşin aslı, bu çocuğun o aileden nasıl çıktığına şaşırıyorum. Başkası olsa şimdiye en az beş sabıkayla gezerdi. Buysa zavallım, kavgaya bile girmemiş baksana. Aklınca bana dayılanmaya çalışırken nasıl durduğunu hatırlıyor musun? Kavga eden kimse karşısındakini nasıl korkutacağını birinciye olmadı ikinciye, o da olmadı üçüncüye öğrenir. Buysa civciv haliyle horozluk taslıyordu bana.”

Anlaşılan psikoloji öğrenmek de yetmeyecekti, vücut dili de öğrenmem gerekti. Bunca sene dosyaları okuyup durmuştum, insanları okumaksa başka sanattı. Teoride zehir gibiydim ya, görmüştüm işte, pratikte sallanıyordum.

Notlarıma bakarak devam ettim.

“Son sorum sanırım. En son, biz adliyeye gelmeden evvel, hanginiz derken ikisini birden mi kastettin? Babasıyla abisini yani. Şimdi düşününce ben babasından daha çok şüphelenirdim sanırım. Öldüren annesi, çocuklarını çok da koruyan biri değil. Kocasına sadakati evlat sevgisine tercih etmiş birisi. Babasından hiç şüphelenmedin mi?”

“Yok. Babası yapacak olsa başkasına vermez, evde tutardı. Bunlar böyledir. Çocuğa ski kalkanlar bir defa onun tadına bakınca başkalarına, büyüklere bakmaz olur. O dakikadan sonra onların hakkı ya önlerindekinin kesilip ağızlarına sokulmasıdır ya da cezaevinde koğuşun karısı olmak. El kadar bebelere et olarak bakacak kadar düşene ilk ceza ödül gibi gelir. İkincisinden de it gibi korktukları için işlerini kendileri hallederler, başkasına bırakmazlar.”

Ne kötü bir dünyada yaşıyorduk ve ne çok şey biliyordu. Çok dinlemiştim Kâmil abiyi, çok şey öğrenmiştim kendisinden ama bunları bir de yaşamak, bağlamı içinde görmek, onu izlemek başka, bambaşkaydı.

“Peki muvafakatnameyi neden imzalattın? Baro seni atadı zaten?”

“Davanın peşini bırakmamak için. Resmi sıfatın yoksa uğraş dur. Soruşturmanın gizliliği hukukun namusudur. Demir arkadaşımdır, çok da severiz birbirimizi ama sorsam bildiğim şeyleri bile söylemez iddianame yazılana dek. Halbuki bu çocuğa ben şimdi lazımım. Bok gibi bir aile yüzünden on yedi senesi yandı, bunun temizlenmesi için belki yüz yetmiş yedi seneye daha ihtiyacı var. O kadarını kendi gücü belirleyecek. Ben, süreyi kısaltmak istedim.”

“Şimdi ne olacak?”

“Salim gözaltında. Yalandan. Ailesinin sorgusu dün yapılmıştır herhalde. Bugün balistikle parmak izi raporu çıkar. Adli tıbbın vakti varsa otopsi de bugün yapılır, raporu bugün yarın gelir. Sonrası mahkemenin işi. Uğraşıp durur bayağı zaman.”

“Sen anlatınca tüm parçalar yerine oturuyor ama veriler hikâyeyi doğrulamaya yetmiyor. Silahtaki parmak izleri mesela. Salim’den başkasının parmak izi yoksa onun yapmadığını kanıtlamak imkânsız. Veya fetüsün DNA’sı. Bunlar kardeş, ya ayırt edemezse makina? İkisi de tecavüz etmiş olabilir derse? Sonra anne, onun ifadesi ne olacak?”

“Dedim ya, bunlar mahkemenin karar vereceği şeyler. Ben müvekkilimi korumakla vekil kılındım, sonrasına hâkim karar verecek. Ben, etki edemeyeceğim şeyleri düşünmem, onlar için hayıflanmam. Yapabileceğimi yapar, sonrasını izlerim.”

“Peki ya ifadesini değiştirir, suçu yine üstlenirse?”

“O zaman o beni azledene dek işimi yaparım. Azletmezse içeriden çıkarırım, azlederse de kaybettiğim davalara bir yenisini daha eklemiş olurum.”

“Üzülmez misin?”

“Bu işi yaptıkça derisi kalınlaşır insanın. Üzülmek istesem de üzülemem. Dışarıda nice suçlu özgür geziyor, nice masum içeride yatıyor. Biz sahil kenarındaki deniz yıldızlarını denize atmıyoruz. Biz, denize ulaşmaya çalışan kaplumbağaların yolunu açıyor, belki kimilerini deniz kenarına bırakıyoruz. Sonrası onlara kalmış. İster denize yüzerler ister gerisin geri karaya kaçarlar.”

“Ne bilirsin diye sorana haddimi bilirim demiş.”

“Aynen öyle. E, doydun mu? Dönelim mi işe?”

“Dönelim. Hadi ikimize de afiyet olsun.”

“Mekân sahibi ben sayılırım, ben ödeyeceğim” desem de “teklif sahibi benim, sen yemeğe çıkardığın zaman da sen ödersin” dedi, ödememe izin vermedi. Bizi öyle gören Hakan abi de ikimizden de para almadı. Bu defa havadan sudan konuşarak dükkâna döndük. Binanın kapısında bir an durup bana baktı.

“Umduğumdan iyisin Savcı. Hasan’la konuşacağım.”

Öylesine dediğine kaniydim, daha yarım saat önce mealen “senden olmaz” demişti. Yarım ağız teşekkür ettim ve yukarı çıktık.