Suçlu ve Suçsuz
Sokağın sonuna yürüyüp düşüncelerimi topladım, sonra geri yürüdüm ve selam verip içeri girdim. Hikayem hazırdı, hemen tekrarladım: Öğrenciyim, arkadaşlarımla ev tuttuk. Ev sahibi iki anahtar verdi, bir tane daha lazım. Şu caddedeki market de soyulmuş dediler, muhit güvenli midir ki? Yanlış yere mi taşındık yoksa?
Çok güvenli yermiş aslında. Kaç senedir orada yaşıyormuş, ayda yılda bir olay belki olurmuş belki olmazmış. Markete girildiğini o da duymuş ve şaşırmış. O kadar yer varken markete girmek de mantıklı değilmiş zaten, illa varmış bu işin içinde bir iş. Kim ne diye kuyumcu, saatçi, beyaz eşyacı, hadi onları da geçtim kasap varken markete girermiş ki?
“Günahı boynuna, ben sahibinden şüphe ediyorum. Bazen sigortadan para almak için kendi kendini soyanlar oluyor.”
Ne olduğunu bilmesem inanırdım belki ama biliyordum işte. Hiçbir şey öğrenememiştim, onun da sözü bitmişti. Bir atak yapmam lazımdı ama ne diyecektim?
“Şimdi sizin işler açılır, insanlar kilitlerini değiştirir” dedim bir umutla ama o da boşa düştü. Polis değildim, savcı değildim, sorguya çekecek halim yoktu. Hayatımın bu ilk soruşturmasında dosyayı kapatmak zorunda kalacaktım. Tam iyi akşamlar dileyip kapıya doğru döndüm ki bir kutu çikolata gördüm. Çilingirde çikolatanın ne alakası vardı?
Elimi uzatıp “müsaade var mı” diye sordum, “al al, bir abimizden hediye” dedi yüzünde müstehzi bir gülümsemeyle. İşte böylece aradığım delili de bulmuştum. Kim ne diye kocaman çikolata kutusunu açıp koyardı ki dükkânında? Hem de kriz zamanı, hem de çilingir dükkânında?
Sokağın köşesini dönünce hemen Anahit’i aradım, dışarı çağırdım. Olan biteni de ona anlattım. O da ben gibi ikna olmuş gibiydi. Peki, şimdi ne yapacaktık? Babasına anlatmayı, onun da polise gitmesini önerdim.
Dükkâna beraberce girdik. “Yine mi sen, hem de şimdi kızımla beraber” der gibi baktıysa da bunu söylemedi Levon Amca. Ben de yeni öğrendiklerimi anlattım. Sessizce dinledi ama bir şey demedi.
“Elimizdeki bilgileri uç uca eklediğimizde hayatın olağan akışına uygun bir hikâye buluyoruz. Kilitler zorlanmadan girilmiş, demek ki anahtar birinde var. Başka hiçbir dükkâna girilmemiş, demek ki burası hedef seçilmiş. Kasadaki parayla yiyecekler alınmış, böylece hem hırsızın kimliği ve amacı hakkında bizi yanıltmak istemişler, hem de zarar vermek istenmiş ama o kadar da büyük zarar vermek istenmemiş. Yürüyerek suç mahallini terk ediyorlar, demek ki yakın bir yerdeler. Konuşurken sizi suçladı, yani size güvenmiyor ve sizi sevmiyor. Son olarak da çikolata kutusu. Kim çilingire çikolata hediye eder? Bence suçluyu bulduk.”
Böyle özetlediğim zaman onun da aklına yattı, görüyordum ama yine de konduramıyordu herhalde ki düşünmeye devam etti.
“Bu adam kaç senedir burada esnaf. Bu kadar güvenilmez birisi olsaydı illa bir açık verirdi.”
“Ölene dek hepimiz canlıyız, suç işleyene dek hepimiz masumuz. Daha önce suç işlemedi diye bu hiçbir zaman suç işlemeyecek demek değil ki?”
“Öyle bile olsa bu kadarı yeterli değil. Kilidin kalıbını daha önceden almış başka biri de bunu yapabilir.”
“Evet, yapabilir ama sizi bunu düşünmeye itecek hiçbir şey oldu mu?”
“Hayır olmadı. Hadi diyelim ki o yaptı, anahtarların kopyasının onda olduğunun kanıtı var mı?”
“En sıkıntılı konu bu zaten fakat bir çilingirden kilit açmayı daha iyi bilen kimse olur mu?”
“O halde her hırsızın çilingir olduğunu düşünmemiz gerekir. Hayır, ben ikna olmadım.”
“Fakat tartışmanız, sonra hırsızlığın zamanlaması, dedikleri. En önemlisi de çikolata kutusu.”
“Bir ay sonra olsaydı yine onu mu suçlayacaktık? Hem babasıyla tartıştık, tabi ki benim hakkımda iyi konuşmasını beklemek olmaz. Çikolata kutusu… Şeker koyunca oluyor da çikolata koyunca mı olmuyor?”
“Babasıyla neden tartıştınız?”
“Peynir almıştı yarım kilo. Geldi, eksik tartmışsın dedi. Makine de insan yapısı, onun da hatası olabilir diye ben her zaman fazla tartarım ki hak geçmesin. Birinin hakkı bende kalırsa helal olsun derim, yeter ki benim hakkım kimsede kalmasın. Eksik tarttın fazla tarttın diye tartıştık, ben de bir yarım kilo daha tartıp sadakamız olsun dedim. Buydu tartışmamız.”
“Böyle saçma bir sebep olabilir mi? Neyse, konumuz o değil. Hikayedeki tek zorlama nokta anahtarlara sahip olanın o olması, bunu doğru kabul ettiğimiz zaman gerisi cuk oturuyor.”
“Fakat ben kimseyi böyle suçlayamam. Sen hukuk okuyorsun, yarın mezun olunca böyle mi insanları hapse atacaksın?”
“Ben savcı değilim, kimseyi sorgulamadım. Sorguya alırım, şüphe etmeme gerek yoksa başka bir yol izlerim. Polise gidip ‘bu adamı içeri atın’ demeyeceksiniz zaten, ‘bulduğumuz verilere göre bu kişinin bu suçu işlemiş olma ihtimali var’ diyeceksiniz. Sonrası polisle savcının işi.”
“Peki ya masumsa? Masum komşusunu şikâyet etmiş biri olarak benim ne itibarım kalır?”
“Ya suçluysa? Bu suçunun cezasını çekmeyince başka, daha büyük suçlar işlerse? O zaman zarar görenlerin hakkına girmiş olmaz mısınız?”
Sıkıntıyla sandalyesinde kaykıldı. Kendini mi koruyordu, komşusuna laf etmekten mi çekiniyordu yoksa sırf ben olduğum için mi böyle yapıyordu bilmiyordum. Yapıyordu ama işte, sebebi önemli miydi?
“Ben polise gidersem hareket etmiş olurum. Bu hareketin sonunda masuma zarar verirsem de kötülük yaparım. Ben kötülük yapmaktan korkarım.”
Peki polise gitmeyerek kötülük yaparsa? Bu sorunun cevabı bende değildi ama verebilecek birini tanıyordum. Sanki aklımı okumuş gibi Anahit konuştu.
“Rıfat Efendiye mi sorsak?”
“O kim?”
“Çok okumuş, çok kültürlü, bilgili biri.”
“Peder beyimin can arkadaşıydı, kardeş gibi. Hayatta aile namına elimde kalan tek kişi” diye ekledim.
“Onunla da tanıştın demek” der gibi Anahit’e baktıysa da o hiç oralı olmadan devam etti.
“O ki ne yapacağımızı bilmiyoruz, bence dışarıdan birine sorup akıl alabiliriz. O ne derse onu yapmak zorunda değiliz, en azından bir fikir olur.”
“Yok. Benim aklım bana yeter ve hayır, kimseye bir şey sormuyorum.”
“İnat etmek zorunda mısın?”
“Ben diyeceğimi dedim.”
Diyeceğini demişti. Ben de diyeceğimi demiş, yapacağımı yapmıştım. Hayatımın ilk dosyasını tamamlamıştım, tek eksik sorguya alıp doğru olup olmadığımı görmekti ama ona da benim yetkim yoktu. “Sizi daha fazla rahatsız etmeyeyim” deyip kalktım ve müsaade istedim, Anahit de benimle çıktı. Üst sokağın köşesine kadar geldi, “ben şimdi yalnız bırakmayayım. Sen de Rıfat Efendiye sor, gör bakalım ne diyor” dedi. Esas duruşa geçip selam verdim ve Rıfat Efendinin yanına gittim.
Yüzü gülüyordu. Nedir diye sordum, yüklüce satış yapmış bursları çıkarmış. Ona seviniyormuş. Bu ortamda hala nasıl kendini değil başkalarını düşündüğünü anlamadım ama sormadım da. Bugünün hikayesinin konusu başkaydı, o hikâye sonraya kalsa da olurdu.
Oturdum karşısına, olan biteni olduğu gibi anlattım. Dükkâna hırsız girmesini, benim hafiyeliğimi, babasının sözlerini… Sonunda sordum: Nedir şimdi işin doğrusu? Bu kadar bilgiyle polise gitmek mi yoksa bunları kenarda tutup bilmez gibi davranmak mı?
Tespihine sarılmasını bekledim ama yapmadı ve konuşmaya başladı.
“Vaktinde Gazali sormuş. Demiş ki yan yana iki ev var ve birinci evden bir kişi çıkınca ikinci evden de birisi çıkıyor. İkinci kişinin çıkmasının sebeb-i hikmeti birinci evden çıkan kimse mıdır? Hadi sen söyle, birinci kimse midir?”
“Değildir. İkinci kişi de istediği zaman çıkabilir.”
“O da öyle demiş. O halde diye de eklemiş, şeylerin arka arkaya olmasının sebebi illa birinin önce olması değildir. Her hareket Allah’ın ayetidir, bunların kendi içinde sebep sonuç ilişkisi içinde olduğunu söyleyemeyiz.”
“Saçmalamış o da. Birinin kalbine bıçak soksak o kişi ölür. Ölmesinin sebebi bıçak değil midir?”
“Değil mi? Ama niceleri vardır ki buna rağmen ölmez de hayatta kalır. Bıçak illa öldürüyorsa onları neden öldürmüyor?”
“Alacak nefesimiz sayılı, demek ki vakti gelmemiş mi diyeceksin?”
“Hayır. Demek ki o bıçak öldürecek şekilde girmemiş o kalbe diyeceğim. Ne demiş Aynştayn Efendi? Allah zar atmaz. Her oluşun kendi şartı vardır, o şartlar bir araya gelmeden hiçbir şey olmaz – vakta ki Allah’ın insanlara bir mucizesi olsun.
“Babası İsa efendimizin şeriatıyla konuşmuş. Diğer yanağını çevir diye boşuna mı demiş? Sense Muhammed Mustafa’nın şeriatından konuşuyorsun. O, bir masuma suç isnat etmekten korkarken sen başka masumların başı yanarsa diye bir sonraki adımı düşünüyor, ona göre hareket etmek istiyorsun. Bunların ikisi de doğru, ikisi de hak.”
“Bunların ikisi de doğru olamaz. Şüphe varsa bunu temizlemek gerekir. Bu sadece yarını değil bugünü de ilgilendirir.”
“Şüphe senin için var ve her soru kadar başka şüphe var. Senin doğru olduğun ne belli? Ya babası haklıysa, ya evham yaptıysan?”
“Ama anlattım. İşaretler birbirini tutuyor?”
“Senin için tutuyor, onun için tutmuyor. O zaman ya başka bir şeyler daha bulacaksın, ya kırıp dizini oturacaksın.”
Sinirim bozulmuştu çünkü haklıydı. Aklına zorla girecek değildim ya? İyi yanından bakıp ilk dosyamı kapattığım için mutlu olmaktan başka şansım yoktu, ben de öyle yaptım. Savcı işini yapmıştı işte, hâkimin takdiri savcının elinde değildi.
Rıfat Efendiyle biraz daha ondan bundan konuştuk, ben de sonra evime döndüm. Çocuklara olan biteni anlattım, onlar da bana hak verdi ama elden gelir bir şey yoktu. Yine birikmiş bulaşıklar için kâğıda oturduk, gece yarısını geçe yatağa girerken Anahit’in mesajını gördüm:
Babamı ikna ettim, yarın polise gidecek. Merak etme Savcım, emeğin boşa gitmeyecek.