İslam’a göre peygamberler Allah’ın vahiylerini tebliğ eden (33:39, 5:67) erkek elçilerdir (16:43). Bunların kimileri kimilerine üstün olsa da (17:55) ortak özellikleri, tebliğle beraber, Allah’tan başka kimseden korkmamalarıdır (33:39) ve bunlara görev Allah tarafından verilmiştir, bunlar Allahça seçilmiştir ve sadece onlar Allah’ın elçisidir (veya elçisi olarak kabul edilebilir).
Pek çok kişi Allah’ın neden birilerini elçi olarak seçip kendilerine o kişiler aracılığıyla seslendiğini sormuştur ve sormaya devam edecektir. Bu yazıda bunu cevaplamaya çalışacağım. İlk kısımda coğrafyamız çevresindeki diğer dinlerin peygamberlik mefhumuna bakışını gösterecek, ardından bu mefhumu ilk bulan Yahudiliğe bakacağım. Sonunda İslam’da neden peygamberlik kurumunun olduğunu göstermeye çalışacağım.
Diğer Dinlerde Peygamberlik
Coğrafyamız çevresindeki dinlerin peygamberliğe bakışlarını incelediğimizde şöyle enteresan bir sonuçla karşılaşırız:
- Hristiyanlık: Hristiyanlıkta peygamberlik diye bir şey yoktur. Eski Ahit’te bizim peygamber olarak andığımız kişiler (Musa, Davut, Harun, vs.) tanrıdan kutsal ruh aracılığıyla esinler alan kişilerdir. İsa öldükten sonra da kutsal ruh dünyaya gelmeye, insanlara ilham vermeye devam edecektir. Hristiyanlık için kutsal ruhun esin verdiği herkes peygamberdir veya peygamber olabilir zira bunlar sadece ilahi esin sahibidirler, özellikle “seçilmiş” veya “elçi” değildirler. Örneğin Yeni Ahit’in (İncil’in) Matta kitabında İsa, karşısındaki güruha tanrı olarak şunu söyler: İşte bunun için size peygamberler, bilge kişiler ve din bilginleri gönderiyorum. Bunlardan kimini öldürecek, çarmıha gereceksiniz. Kimini havralarınızda kamçılayacak, kentten kente kovalayacaksınız (23:24). Temelde bu ayet ve benzerleri nedeniyle (Yuhanna 13:20, Elçilerin İşleri 15:32) İsa’dan sonra da peygamberlerin geleceğine inanılabilir. Nitekim İzmirli Aziz Irenaeus bir nevi peygamberdir.
- Mezopotamya Dinleri (Sümer-Akad-Babil): Mezopotamya dinlerinde peygamberliğe dair hiçbir bilgi bulamıyoruz. Onlar için sadece rahipler vardır, onlar tanrıların ne istediğini anlamaya çalışan, tanrıların tapınaklarında onları nasıl en iyi şekilde hoşnut edebileceklerini öğrenen ve gösteren kişilerdir.
- Antik Mısır: Mısır’da kralların aynı zamanda tanrı olduğunu biliyoruz. Tanrı karşılarında kanlı canlı bulunduğu için peygamberlik gibi bir kuruma ihtiyaç duymamışlardır.
- Antik Yunan: Antik Yunan’da peygamberlik diye bir kurum yoktur. Sadece kâhinler vardır ve onlar tanrılarla konuşmaya çalışarak veya tanrıların gösterdiği izleri takip ederek kimi kehanetlerde bulunurlar.
- Hinduizm: Hinduizm’de peygamberlik yoktur zira Hinduizm’de hem çok tanrı vardır, hem bu tanrılar insanlara seslenmek için birilerini seçmezler. Konuşmak istediklerinde direkt kendileri konuşurlar.
- Budizm: Budizm’de tanrı kavramı esasında yoktur, iyi ruhlar vardır ve bunlar kimilerince tanrı gibi görülebilmektedir. Hinduizm ile çok iç içe olması ve aynı kültürde yan yana yaşamaları nedeniyle Hinduizm tanrılarına inanan Budistler bulunabilir.
- Şamanizm/Tengricilik: Şamanizm’de peygamberlik yoktur. Kutsal kişiler (şamanlar) peygamber değil yalnızca rahipler/imamlardır.
Fark ettiğiniz üzere bir dini özellikle atladım. Şimdi o dine bakalım.
Yahudilikte Peygamberlik
Yahudiliğe iki şekilde bakmalıyız zira Yahudi tarihinde çok keskin bir dönüş, dinin tümünü etkilemiş ve orijinalinden neredeyse tamamen farklılaştırmıştır.
Musa’nın beş kitabına (İng. Pentateuch) göre peygamberlik diye bir şey yoktur. Bu beş kitaba göre patrikler/atalar vardır (İngilizce bu kişi veya kişileri tanımlayan patriarch kelimesinin anlamı hem yaşlı kişi, hem kabile reisidir). Bu kişiler İbrahim, oğlu İsak, ve onun oğlu Yakup/İsrail’dir. Terim daha geniş anlamıyla alındığındaysa Adem’den İbrahim’e uzanan nesil de aynı şekilde patriark olarak tanımlanabilir.
Bunların özelliği bir din adamı olmaları değil ben-i İsrail’in ataları olmalarıdır. Öyledir ki Adem’den İbrahim’e dek uzanan bu nesilde bir kişinin yalnızca bir çocuğu patriarktır zira kutsal nesil yalnızca bir çocuktan ilerlemiştir.
Görüleceği üzere orijinal Yahudilikte (veya Musa’nın Yahudiliğinde) peygamberlik diye bir şey yoktur. Musa yalnızca bu neslin patriarkıdır, yani “kabile reisidir”. Zaten bu yüzdendir ki Musa “beni tanrı gönderdi” derken dahi “beni size elçi seçti” demez, “ben sizin liderinizim. Tanrı sizi seçti, hadi peşim sıra gelin” der. Ortada seçim olmadığı gibi ilahi bir esin de yoktur. Musa’da, İsa’da bulduğumuz özellikler yoktur. Musa bir devlet başkanıdır. Kanunlar koyar, “sürüsünün” işleyişini düzenler.
Bu uzun bir süre bu şekilde devam eder. Eski Ahit’in ilk beş kitabından sonrasına baktığımızda şöyle bir ikilemle karşılaşırız: İlk dönemde anılan kişiler, tıpkı Musa gibi, birer devlet başkanıdır fakat sonradan işler değişir ve peygamberlik diye bir mefhum ortaya çıkar.
Bunun nedeni, milattan önce 597 yılında gerçekleşen bir savaş ve onun sonrasıdır. MÖ 605 yılındaki Karkamış Savaşı’nda Asur’u tarihe gömecek Babil’e karşı birleşen kuvvetlerden birisi olan küçük Yehuda Krallığı, bu savaştan sekiz sene sonra Babil ordusu tarafından kuşatılmıştır. İkinci Nebukadnezar’ın gazabı, Yahudilerin bugün dahi travma yaşamalarına sebep olacak kadar büyüktür: Taş taş üstünde kalmamış, Kudüs tamamıyla boşaltılmıştır. Peki, bu neden çok büyük bir travmadır?
Sümer Dini
Yahudilik çok ağır bir şekilde Sümer dininden “esinlenmiştir”. Konumuz için üç nokta önemlidir, bu yüzden sadece üç noktayı anacağım.
Öncelikle Yahudilik monoteist, yani tek tanrılı bir din olarak doğmamıştır. Musa’nın Yahudiliği henoteisttir. Henoteizm, birden çok tanrının varlığını kabul ederken birine tapınmaktır. Ünlü altın inek hikayesi bunun bir örneğidir. Musa dağa çıkıp uzun süre kalınca Yahudiler tanıdıkları tanrıya tapınmaya geri dönerler. Bununla beraber daha pek çok örnek sunulabilirse de bir tane daha gösterip devam edeceğim: Tekvin kitabında insanların (varsayıldığı üzere) Babil kulesini yaptığını gören tanrı arkadaşlarına “gelin, gidip onların dillerini karıştıralım, birbirlerini anlamasınlar ki göğe yükselen bu kuleyi yapamasınlar” der (11:7). Tanrının gelin dedikleri diğer tanrılardır.
İkinci olarak Sümer’de siyasi ve dini hayat şehirler ekseninde gelişmiştir ve her şehir bir tanrının tapınağına sahiptir. Enki’nin tapınağı Eridu’dadır, İnanna’nın tapınağı Uruk’tadır, Enlil’in tapınağı Nippur’dadır… Aynı şekilde Yahudilerin tanrısının da bir şehri olmalıdır. İşte bu şehir Kudüs’tür.
Son nokta ise şudur: Sümer (ve ardılları) bir şehri yakıp yıksalar dahi tanrının tapınağına dokunmazlar zira tanrı orada yaşamaktadır. O tapınak tanrının evidir. Bu, Musa tarafından da aynen alınmıştır. Bir tanrının tapınağı yıkıldığı zamansa “bu çok büyük bir sorundur” zira tanrı artık ortada yoktur, ne yapılacağı bilinmez.
Tekrar Yahudilikte Peygamberlik
İkinci Nebukadnezar Kudüs’te taş taş üstünde bırakmazken tanrının evini de yerle bir etmiştir. Yahudiler, eğer tapınaklarına dokunulmamış olsaydı Babil sürgününü daha az travmayla atlatabilirdi diye düşünüyorum zira karşılarında gördükleri, varlığını duyularıyla hissedebildikleri tanrıları bu şekilde ellerinden alınmıştır. O güne dek anlatılanların özeti bu tanrının onları bir kimlik sahibi yaptığı, bu tanrının “seçtiği” ailenin onların çobanı olduğu, tanrının Musa’dan itibaren kendilerine de “dolaylı olarak” görünmek istediği… iken bir anda kendilerini kimliksiz, çobansız, tanrısız bulmuşlardır. Bugün hala ağlama duvarında ağlanmasının iki sebebinin birisi ve konumuzla alakalı olanı budur.
Yeşaya kitabına dek Eski Ahit’teki kitapların sırasına bakarsanız şunu görürsünüz: İlk beş kitap Musa’nın kitaplarıdır. Altıncı Yeşu kitabından ta Yeşaya kitabına dek iki tür insandan bahsedilir: Yeşu veya Davut gibi krallar, bir de Eyüp gibi mistik insanlar ve Ezra gibi hayali kahramanlar. Fakat bunlardan peygamber olarak bahsedilmez.
Önceleri kralların hikâyeleri varken sonradan mistiklerin hikâyelerinin gelmesinin sebebi Babil sürgünüdür. Artık yazılacak bir İsrail tarihi yoktur zira devlet de tapınak da yıkılmıştır. Fakat şöyle enteresan bir şey vardır: Bir asırdan daha kısa süre sonra, milattan önce 515 yılı civarında ikinci tapınak inşa edilmiştir ve Süleyman’ın mabedinin yeri boş değildir. Buradan şu çıkarsamayı yapabiliriz: (Aradan geçen 4-5 kuşakta Yahudiler inançlarında köklü değişiklikler yapmak zorunda kalmıştır, dolayısıyla bu yeni) din artık insanlara o kadar da hitap edememektedir. Seçilmiş olanlar ayaklar altına alınmıştır, demek ki ortada bir sorun vardır.
Yeşaya kitabında ise farklı bir hava görülür. Yeşaya ilk defa peygamber olarak anılan kişidir ve özelliği şu kadar basit bir şeydir: O, tanrının İsraillilere yeni bir krallık kurulacağını, tanrıya karşı gelen ulusların krallıklarınınsa yıkılacağını söylemiştir.
Bu noktada kısa bir açıklama yapmalıyım. İngilizcede kâhinlerin özelliği görmektir ve yaptıkları eyleme prophecy denir. Öte yandan peygamber kelimesinin İngilizcesi de prophet’tir – ki bu kelime aynı zamanda kâhin anlamına da gelmektedir. Kelimelerin arasındaki benzerliği fark ettiğinizi sanıyorum. İngilizce çok genç bir dil olduğundan Yunancalarını da ekleyeyim:
Kehanet: προφητεία (yaklaşık okunuşu profitia)
Peygamber: προφήτης (yaklaşık okunuşu profitis)
Yani Yahudilikte peygamberlik Babil sürgününden sonra başlamıştır ve bunların özelliği kehanetlerde bulunmaktır. Eski Ahit’in son kitabı olan Malaki şu şekilde bitmektedir: Sıkı durun, Tanrının günü (kıyamet) gelmeden önce size İlyas’ı (İng. Elijah) göndereceğim ve o babaları çocuklarına, çocukları babalarına düşman edecek. Kitabın bu kapanışı nedeniyle kimi Yahudiler Vaftizci Yahya’yı da bir (İlyas) peygamber olarak görürler.
Gördüğünüz üzere İslam haricinde çevremizdeki (ve benim bildiğim diğerleri dâhil olmak üzere hiçbir) dinde peygamberlik diye bir kurum yoktur. Sadece Yahudilikte vardır, orada da peygamberler birer seçilmiş elçi değil bir nevi kâhindirler, ben-i İsrail’in güzel günlerini haber vermekten başka çok da bir şey yapmazlar.
Enteresan değil mi?
İslam’da Peygamberlik
Peki, İslam’da neden peygamberlik diye bir kurum vardır?
Bu sorunun cevabını İkinci Tapınak Yahudiliği vermiştir. Peygamberler birer din adamıdır. İslam peygamberi konuyu, diğer pek çok konuda da olduğu gibi yanlış anlamış ve kelimenin ve konseptin anlamını çarpıtmıştır. Doğuştan Yahudi olmadığı için kendisinin İbrahim’in “daha iyi” oğlu olan İsmail’in torunu olduğunu söylemiş, kendisine bir nesep bulmuştur. Bu arada da peygamberliğin doğuştan Yahudilere özgü bir şey olmadığını, esasında sayısı bilinmeyecek kadar çok peygamberin farklı kavimlere gönderildiğini ortaya atmıştır.
Malaki kitabı bize son bir peygamberin daha geleceğini, sonra da gazabın dünyaya çökeceğini söyler. İslam peygamberi bunu parçalı olarak doğru anlamış ve devamlı kıyametten ve dünyanın sonundan bahsetmiş, bu arada da kendisinin son peygamber olduğunu iddia etmiştir. Gelgelelim eğer İsa bir peygamber idiyse Malaki kitabı boşa çıkmaktadır fakat İslam peygamberinin buna söyleyecek bir sözü yoktur – tıpkı Yahya ve İsa’yı kabul eden Yahudiler gibi.
Burada son olarak şu soru sorulabilir: Neden İslam peygamberi kendini bir Yahudi terimiyle tanımlamıştır? Bu sorunun cevabını “Hz. Muhammed: Bir Yahudi Peygamberi” başlıklı yazıda vermeye çalıştım.