“Modern” İran üstüne en azından bir parça fikri olanlar, senelerdir süren ambargo olmasa bizden fersah fersah ileride olacak (veya, başka bir deyişle, aynı ambargoyu biz yesek çok seneler önce taş kemireceğimiz) İran hakkında şu iki şeyi bilir çünkü ben bile bilirim:
- Ülkede mollalar, bir nevi Allah gibi. Biz Türkiye’de baskı hissederken Azeriler Türkiye’ye kaçıyor. Aliyev, Azerbaycan’da bu şekilde bir baskı kurmuş durumda. İran ise Aliyev’i aratıyor.
- İran, teorik ve teolojik olarak, Mehdi’nin ülkesi ve Mehdi geldiğinde emrinde bir ordu bulması üzerine siyasi argümanını inşa etmiş durumda.
Bu ikinci maddeyi anlamak biraz zor olabilir, açalım.
İmamet
Öncelikle Mehdi’nin dönüşünü sadece on iki imamcılar beklemiyorsa da konunun teorik ve teolojik kökeninde onlar var. Argüman şu şekilde ilerliyor:
İmamet, yani ümmetin liderliği, veda hutbesinde bildirildiği üzere peygamberden Ali’ye, yani ehl-i beyte geçiyor. Peygamber ölmüş, naaşı yerde dururken alelacele Ebubekir halife ilan ediliyor. Bu arada peygamberin naaşını Ali ve yanındaki bir avuç kimse toprağa veriyor, bu son görevi yaparken halifelik toplantısını kaçırıyor ve hakkı olan kendisinden çalınıyor. Ümmetin iyiliği için Ali buna susuyor.
Ebubekir, ölmeden önce bu görevi Ömer’e devrediyor. Ali, buna da sessiz kalıyor. Ömer’den sonra bir şura toplanıyor fakat bu sefer yine Ali’ye vermiyorlar, Osman’a veriyorlar halifeliği. Ümmetin liderliğinin tek yasal varisi olan Ali, halifelikten böylece seneler boyunca uzak tutuluyor. Sonunda Osman da öldürülünce kimseyi bulamayıp Ali’nin ayağına gidiyorlar. O da hakkını sonunda, ama pek de istemeyerek alıyor.
Ünlü Şıkşıkiye Hutbesinde Ali bu konudan bahsediyor ve özetle “benim hakkımı çaldılar. Ben de ümmetin iyiliği için ağzımı açmadım, kenarda bekledim” diyor. Okumanızı tavsiye ederim. Pek kısadır ve çeviri haliyle bile oldukça vurucudur.
On iki imamcıların bunu destekler şu argümanı da var: Peygamberin mirası olmaz denilerek Fedek hurmalığı Fatma’nın elinden alınıyor. Babasının ölümünden sonra ilk defa sokağa çıktığındaki tasvirleri de okumanızı tavsiye edeyim bu arada. Gidiyor, “siz benden hakkım olanı çaldınız” diyor. Zaten babasından, doğru hatırlıyorsam altı ay sonra kendisi de bu dünyadan göçüyor.
Yani peygamberin öldüğü andan itibaren ehl-i beytine bir zulüm var. Bu zulmün zirvesi Kerbela’da vuku buluyor: Peygamberin sevmeye doyamadığı torunu, Müslümanlarca katlediliyor.
Muaviye ve Yezid
Muaviye, Sünni ekolde, peygamberin sahabesi olarak alınır ve ne yapmış olursa olsun hürmet gösterilmesi gerektiği savunulur. Gerek devletin başına geçişi, gerekse Ali’yle olan savaşı ve çatışmaları nedeniyle on iki imamcılarsa kendisinden, tıpkı Ebubekir, Ömer ve Osman’da olduğu gibi, lanetle bahsederler. Bu, İslam’daki büyük kopuşun en şiddetli noktalarından biri.
Muaviye’nin oğlu Yezid ise Sünnilerce dahi kolayca savunulamayan bir isim. Hüseyin’in katlinin fermanını yazması nedeniyle, hem de Ebulfazl Abbas’ın katli nedeniyle, Sünni İslam’ın en zorlu kişilerinden biri oluveriyor. Ebulfazl’ın hikayesini de mutlaka okuyun. “Hüseyin su içmeden ben su içmem” deyip Fırat’ta doldurduğu kırbalar delinince manen, hemen ardından madden öldürülüşü, Hüseyniye’lerdeki en acıklı hikayelerden biridir.
Sünni ekol, “bir şekilde bu ümmetin başına geçmişler” diyerek bu isimleri övemediği yerde yeremezken Şia, en derin lanetlerini bu isimlere gönderiyor. Sonunda da Sünni ve Şii ekoller, teolojik temelle beraber sosyolojik olarak da bir araya gelemez hale geliyorlar.
Bu konu, konumuz için önemli zira teolojik olarak Mehdi’yi beklemeniz için Şii olmaktan veya Şii teolojisine dayanmaktan başka yolunuz yok.
İmamlar, İmamlar…
Kerbela’da yok olmaktan “ucuz kurtulan” ehl-i beyt, diğerlerinin imametini, yani ümmetin teolojik ve politik liderliğini kabul etmiyor ve Şia’da Sünni ekolden farklı bir halifeler silsilesi ortaya çıkıyor. Ali bin Hüseyin, Muhammed el-Bakır, Cafer-i Sadık… diye ilerleyen Şii halifelerinin son ikisinin ilki, Hasan-ul Askeri. Genç yaşta ölümünden sonra Şia bir boşluğa düşüyor zira eşlerinden bir erkek evlat bırakmıyor. Şia teolojisinde bu boşluk, cariyeden doğma bir oğlunun olduğu, onu da öldürürler korkusuyla sadece bir avuç kimseye bu oğlunu gösterdiği, zaten İmam Hasan ölünce Mehdi de İsa efendimiz gibi göğe yükseldi anlatısıyla doluyor. Bu bir avuç kimseden başka bu son imamın, yani Mehdi’nin kim olduğunu bilen yok.
Burada not etmek gerekli: İsa çıktığında Yahudilik içinde nasıl çeşitli hareketler doğdu, 11. imam öldüğünde de Şia arasında çeşitli hareketler doğdu. Bugünkü anlatı, tarih içinde baskın görüş halini almış anlatı. Yoksa, İmam Hasan’ın Mehdi olarak döneceğini bekleyenler de var, ölmeyip saklandığını düşünen de var, İsa’nin Mehdi olduğunu düşünen de var, Ali’nin dönüşünü bekleyen de var… Gaybet zamanı işte, herkes başka bir ipe tutunuyor.
Mehdi
Bu kimseler öldükten sonra büyük gaybet başlıyor. İmam Mehdi sır oluyor, bir nevi İsa gibi göğe yükseliyor ve geri döneceği günü bekliyor. İşte İran, “gökten tekrar yere inecek” Mehdi’nin kıyamet öncesinde zuhur edeceğinden inançla, kıyamete yol açacak büyük savaşta yanında saf tutacak kimselerin varlığını mutlak kılma amacında. Yani İran, “Mehdi’nin ülkesi” ve halkı Mehdi’nin ordusu. Bunu çektiğiniz anda İran’ın kendine atfettiği meşruiyeti yok oluyor.
Burada, ben gibi siz de sorabilirsiniz: Tüm anlatılar gerçek olsa ve Mehdi dünyaya dönse, sizce mollalar kendisine İran ordularının komutanlığını verir mi?
Tabi bu soru önemsiz.
Mehdi’nin Gelişi
Belirttiğim üzere Mehdi, kıyametten hemen önce dünyaya dönecek. Kimi gruplar, Mehdi ile beraber İsa’nın da geleceğini ve beraberce savaşacaklarını da söylese de, bildiğim kadarıyla bunlar azınlık bir grup.
Mehdi’nin dönmesi için gerekli şartlar çok. Hadiste kıyamet alametleri anılıyor ve bunlar, asırlardır, gerçekleşmiş varsayılıyor. Her geçen gün de arayan gözler daha fazla alamet buluyor. Bunların birisi, Müslümanlarla Yahudiler arasındaki büyük savaş. Yani İran’ın İsrail’e nötr bakma ihtimali dahi yok. Fakat sorun şu ki Mehdi’nin savaştan önce mi, savaş süresince mi yoksa Yahudiler yenildikten sonra mı geleceği konusunda da net bir fikir yok. Teolojik olarak savaştan önce gelmesi gerekli. Bu, ayetullahların (yani Allah’ın ayetlerinin, üzerlerinde nokta miskal leke bulunmayanların) beklenen Mehdi olarak okunmasına dahi yol açabiliyor. Nitekim Şiiler, daha doğrusu on iki imamcılar arasında ayetullahların fetvaları neredeyse ayet gibi görülüyor.
Sonuç Yerine
Hikaye, anlattığım kadar basit ve düz değilse de ana hatların tümünü belirtmeye çalıştım.
Mehdi’nin dönüşünden bahseden Sünniler, bunu Şia dışında bir temelle temelleyemiyorlar zira Mehdi anlatısı, Sünniliğin hiçbir yerinde yok. Bunlar, İsa’yı da peygamber olarak kabul edip onun Malaki kitabında bahsedilen İlyas olmadığını savunanlara benziyorlar – yani ortodoks inançların ikisini tevhid edip ikisinden de ayrılıyorlar.
Hristiyanlıkla benzer olan bu dini liderin dönüşü hikayesi, sürekli savaşa hazır olma ve agresiflik sebebi ve sonucunu doğuruyor. O ki Mehdi Yahudilerle savaş için (veya bu savaş sırasında, veya bu savaş sonrasında) gelecektir, o halde Yahudilerle yapılacak o büyük savaşa hazırlanmalı, hatta onu başlatmalıdır. Bu sayede kıyamet gelecek, imanlı Müslümanlar suru duymadan ölecek, sonra surla beraber kafirler de yok olacak ve tüm insanlar dirilecektir.
Hülasa kim ki Mehdi’nin gelişini bekler, veya (haliyle) Mehdi’nin gelişi için ortam hazırlamaktan bahseder; amacı (İsrail’le) savaşmaktan başka bir şey değildir.