Yoğun gündemimiz içinde kendine yer bulamamış olsa da 2 Ekim’de Macaristan’da gerçekleştirilecek olan bir referandum, AB’nin geleceğini en az Brexit kadar etkileyecek: Göçmen Kotası Referandumu (kvótareferendum).
Dün
Avrupa’nın göçmen krizi konusunda, 2011’de başlayan Suriye savaşının üzerinden seneler geçmiş olmasına rağmen, hala hazırlıklı ve uygulanabilir bir plan sahibi olmadığı herkesin malumu. 22 Eylül 2015’te AB üyesi ülkelerin içişleri bakanlarının yaptığı bir toplantının sonucunda İtalya, Yunanistan ve Macaristan’da bulunan 120.000 göçmenin iki yıllık bir süreçte diğer AB üyesi ülkelerine dağıtılması kararı alındı. Macaristan’sa ülkede bulunan 54.000 göçmenin bu rakama dâhil edilmemesi nedeniyle karara karşı çıktı ve Slovakya’yla birlikte Avrupa Adalet Divanı’na şikâyette bulundu. Beş ay sonra, 24 Şubat 2016’da Başbakan Orban, AB’nin bu kararını referanduma götüreceklerini duyurdu ve planın uygulanması durumunda Macaristan ve Avrupa’nın kimliğinin değiştirileceğini savundu. Referandum kararından kısa bir süre sonra, 18 Martta Türkiye-AB Mülteci Anlaşması imzalandı.
Bugün
Macaristan, batısı ve kuzeyindeki komşularının aksine, sokakta gülen yüzler yerine asık ve öfkeli suratların baskın olduğu bir ülke. Özellikle Budapeşte’den 2,5 saatte ulaşılabilen Viyana ve oradaki hayata gıpta ile komünizmden kapitalizme geçişteki zorlukları hala atlatamamış olmaları nedeniyle, belki Türkiye’den daha fazla, iki arada bir derede kalmış durumdalar.
Macaristan fakir bir ülke. Avusturya’da asgari ücret 1000 Euro iken burada vasıfsız işçiler için yaklaşık 360, vasıflı işçiler içinse 430 Euro. Temel gıda maddeleri arasında iki kat fark yok, üstüne yer yer Macaristan daha pahalı olabiliyor.
Bunun doğal sonucu olarak ülkede, Türkiye’deki gibi, bir beyin göçü var. Önceki nesil, geçirdikleri zorluklar nedeniyle, mutsuzken ülkeden kaçamayan yeni nesil, büyüklerinin yaşadıklarını yaşama ihtimali nedeniyle mutsuz. Dişe dokunur bir üretimleri yok ve gelecekte daha iyi konuma gelebilmek için güvenebilecekleri herhangi bir şeye sahip değiller. Türkiye’nin sahip olduğu potansiyel onlarca yıldır kullanılmamış olsa da, belki her şeyi yarına erteleme huyumuzdan dolayı, yarınlara dair içimizde hep bir “ama” varken burada böyle bir ihtimal yok.
Ülkenin ekonomik durumu, uzun süredir demografisinin görece sabit olması, Romanyalı ve Romen vatandaşların kültürel farklılıkları ve umutsuzluk nedeniyle büyük bir yabancı düşmanlığı var. Bunun üstüne Brüksel’in bir kısım göçmeni ülkeye yerleştirmek istemesi sert bir tepki görüyor. Bu durumu da, her durum gibi, çıkarına kullanmayı bilen Orban da güzel bir kelime oyunuyla referandum sorusunu oluşturuyor:
Avrupa Birliği’nin, Meclisin onayını dahi aramadan Macar olmayanların Macaristan’a zorla yerleştirmesini buyurabilmesini istiyor musunuz?
Central European University gibi liberal değerlerin egemenliğindeki bir okuldaki bir hocam “gelecek seçimde ne oy vereceğimi bilmiyorum” derken bir diğeri iki yanlıştan hangisinin daha yanlış olduğunu kestiremediğini belirtiyor. İkisi hariç Macar arkadaşlarım hayır diyeceklerini belirtiyor ve “Macaristan’da egemen olan Macarlardır, Brüksel değil” diyorlar ağız birliği etmişçesine. Liberal değerleri savunmaktan uzak ve içine kapanık olan toplumun büyük kesiminin cevabının tahmin edilebilir olduğunu zannediyorum.
Yarın
16 Eylül tarihinde yapılan gayrıresmi AB zirvesinden sadece 3 gün önce Lüksemburg Dışişleri Bakanı Asselborn, Macaristan’ın, göçmen krizinde ülkenin takındığı tutum ve eylemleri nedeniyle, AB’den çıkarılması gerektiğini söylüyor ve ekliyor: Eğer bugün başvurmuş olsalardı Macaristan’ın AB’ye üye olmasının ihtimali yoktu.
Referandumdan hayır yanıtının çıkacağı çok açık. Asselborn’un tehdidinin, en azından kısa vadede, bir karşılığı olmayacağı belli olsa da AB içindeki çatlağın büyüdüğü göz ardı edilemez durumda. Orban-Rusya yakınlaşması ve gündemdeki anayasa değişikliği ile Macaristan’ın AB’den gitgide uzaklaştığı bir gerçek.
Brexit sonrasında bir Hunexit gerçekleşirse ne olacak?
Macaristan için durumun pek de olumlu olmayacağı bir gerçek. Umutsuz olan gençliğinin iyice umutsuzluğa kapılması ve AB’de yerleşik Macarların olası geri dönüşü, ülkedeki sosyal sorunları çok daha öteye taşıyacaktır. Rasyonellikten uzak politikalarıyla Orban kendi koltuğunu sağlama almaya çalışırken Macaristan’ın geleceğini daha kötüye götürebilir.
AB için Macaristan yalnızca jeo-stratejik bir konuma sahip. Ekonomisi, toplumsal çatlakları ve siyasi yapısıyla AB’nin kötü çocuklarından olan Macaristan’ı kaybetmek, bu yönüyle, büyük bir sorun olmayacaktır. Öte yandan İngiltere gibi özgüven sahibi bir ülkenin AB’den ayrılması, psikolojik olarak, bir yere kadar kabul edilebilir olsa da Macaristan gibi bir ülkenin kendisini geliştirme ihtimali olan AB’den kopması, özellikle küçük ülkelerde (Litvanya, Estonya, Makedonya gibi) üyelikleri veya adaylıkları sorgulamaya götürebilir.
Ulus-devletler çağında uluslar üstü, güçlü ve uzun bir süre insanları heyecanlandıran bir yapının sonunun gelişinin işaretlerinden biri, 1956’da Sovyetler Birliği’ne kafa tutmuş ve 1989’da bitmiş bir sürecin fitilini ateşlemiş olan, Macaristan’da gerçekleşecek bu referandum olabilir mi?
Önümüzdeki aylarda birlikte göreceğiz.