Üstünüze afiyet ben sosyologum ve “uzmanlığım” toplumlara bakıp onları anlayıp anlatmak. Başarılı olduğumu iddia etmiyorum. Türkiye’de erini öldürenlere kahraman diyen milyonlar olacağını düşünemezdim ben mesela. Geçmişe bakıp geleceği görmeye çalışmanın kötü yanı bu işte: Kırılmaları öngörmek zor – en azından ben gibi başarılı olmayanlar için.
İkinci not olarak, toplumları yerinde görüp eldeki bilgiyi gözlemle birleştirmek önemli. Nihayetinde okuduğum, dinlediğim ve izlediğim her şey bana o bilgiyi sunanın kendi eleğinden geçiyor ve herkes, tabi ki ben de, aklındakini, ulaştığı sonucu veya demek istediğini söylüyor. Yerinde görmekse başka.
İran benim yerinde gördüğüm ülkelerin biri. Başarısız bir sosyolog olarak birkaç şeyi söylemek istedim – bunları “mutlak” doğrular olarak değil kimi gözlemler olarak almanız sizin faydanıza.
Metrodaki İran
Öncelikle Türkiye için söylediğim şu şey İran için de geçerli: Kadınlarındaki cesaret ve direnç erkeklerinde yok. İran’da değişim olacaksa kadınlar eliyle ve sayesinde olacak – tıpkı Türkiye’deki gibi. Sonralıkla, lütfen aşağıdaki fotoğrafa bakın:
Başkent Tahran metrosunda, gelecek treni bekleyen bir kadın görüyoruz. Sol üstte, üçgenler ve yuvarlaklarla oluşturulmuş şekil bir kadın ve bize, peronun o bölgesine gelecek olan vagonun kadınlara özel olan vagon olduğunu söylüyor. Kadınlara özel vagon uygulaması tabi ki İran’a özel değil. Aşağıda, örneğin, Kore’den bir fotoğraf görüyoruz:
Kore’de bu uygulamanın %100 verimlilikle çalıştığını söylemek imkansız. İlgili saatlerde, ilgili vagonda, yanımda eşimle beraber bulundum. Ne vagondaki tek erkektim, ne diğer erkeklerin tümü yanında eşleri, çocukları veya kardeşleriyleydi. Öte yandan İran’da kadınlar vagonu neredeyse net bir şekilde kadınlara özel çünkü, Kore’nin aksine, diğer vagonlar her iki cinsin kullanımına değil erkeklerin kullanımına ayrılmış durumda. Tabi ki teoride her iki cins de binebilir ya, pratikte durum farklı.
Bu durumun doğal sonucu olarak metroda kadın vagonunda bulunmayan kadınlar bir nevi sisteme başkaldıran kimseler oluyor. Altı üstü bir yerden bir yere ulaşma aracı olan metro, birden politik ve dini bir araca dönüşüyor – belki biraz da bu nedenle bu “karışık” vagonlardaki kadınların neredeyse tümü genç kızlardan mürekkep. İlginç olansa şu: Bizdeki gibi cıkcıklar, gözünü dikip izlemeler, yanındakine veya kendi kendine sessizce fısıldamaların yanına gelen daha yüksek sesli yorumların çoğu molla filan olmayan, sıradan insanlardan ve, sıkı durun, diğer kadınlardan geliyordu. Kırık Farsçamla anladığım kadarıyla özetle “bunun ne işi var burada, o.ospu mudur nedir” diyorlardı ya, benim kırık Farsçama gerek duyulmayan anlardı o anlar – Farsçanın F’sinden bihaber eşim de “bunu dediler, değil mi” diye sordu zira.
Mehdi’yi Beklemek
İran rejimi, Mehdi geldiğinde elinde hazır ordusu olmak üzere ülkeyi şekillendiriyor. Daha doğrusu meşruiyetini bu temelde kazanmaya çalışıyor. Haliyle rejime karşı herkes aynı anda din düşmanı. Harbiden bir Mehdi olsa ve gelse mollalar koltuklarını nasıl da hevesle terk ederler. Değil mi?
Bunu, ülkedeki ordu-polis-SS-SA benzeri silahlı yapılanmaya bakarak söylüyorum. Ordu, devrim muhafızları, polis, ahlak polisi… “Mehdi’nin” ülkesinde Mehdi’nin askerinden çok, üstün ve önemli Mehdi’nin halkını “hizaya sokma” aracı var. İran içeriden, yani kendi halkından, dışarıdan korktuğundan daha çok korkuyor ve buna göre hareket ediyor. Yekun olarak ordu daha kalabalık ama güçler dengesine baktığımızda sıradan insana bire yüzlük kurulan denge, dışarı karşı böyle güçlü değil ve belki olması amaçlanmıyor bile.
Yani? Yani ideolojik olarak kaybetmiş olduklarını kendileri de biliyorlar ve meşruiyet iddialarının boşa olduğunun farkındalar. Buna göre de hareket ediyorlar.
Kabak Gibi…
Bu, halkta rejimin karşılığı olmadığı anlamına gelmiyor. Allah’ın Tebrizli taksicisi de, Kaşkay tüccarı da buna destek veriyor. Büyük şehirler dışında rejiminin destekçileri çok ve rejim gibi ve kadar azgın ve saldırganlar. Bir camiye on Hüseyniye, bir öğretmene elli hacı hoca düşüyor. Bizdeki gibi muhaliflerin önü sosyal, ekonomik ve siyasal olarak zaten kesik. Her sistem gibi mollalar da kendi rejimlerinin devamı için gerekli dönüşümü sağlamak için ellerindeki imkanları zorluyor ve başarılı oluyor da.
Sonuç bizdekinin aynı: Ortadan kabak gibi ikiye bölünmüş bir toplum ve bunların sadece birine destek veren bir devlet. Yönteme normalde karşı çıkmam. Her fikir eş derecede değerli değil, birisini desteklemek tabi ki olağan. Orada ama, sistem azgınlar için kurulmuş ve işliyor, haliyle de hayra değil zarara çalışıyor.
Kendi Silahıyla Vurulmak
İşte bu ortamda Müslümanlar kendi silahlarıyla vuruluyor: Başka yerde inanç özgürlüğü, ifade özgürlüğü, ibadet özgürlüğü diye başörtüsünü öne atıp kendilerine oyun alanı açanlar, kadınların arkasına saklanıp adamlique taslayan erkekler kadınlar eliyle yiyor sopayı.
İran’da Arap-Afgan-Paki tipi kapanma zorunlu değil. Özetle başınız tamamen açık olmasın diyorlar. Tam ölçü neydi hatırlamıyorum ya, yarısı filan kapalı olmalı sanırım. Hoş, onlara kalsa burka-çarşaf en güzeli ya, biraz da kültür yüzünden böyle bir iş yapmışlar. Nihayetinde tonla zaman Türkler olmuş başta ve Türklerde öyle başı sarıp sarmalama yok. O kültür bu siyaseti getirmiş.
Üülkede çarşaflı çok kimse varsa da ben burkalıya denk gelmedim. İlla vardır, o ayrı. Fakat bunlardan çok başının yarısını kapatan, sararken öylesine yalapşap saran kimseler gördüm. Taytla gezen de çok mesela.
Mollalar için bu kadınlar sorun olsa da çok ses etmiyorlar çünkü mal oldukları için tesettürden tek anladıkları başın kapanması. Böylece ideolojileri sokakta geziyor. Geziyor ama altta tayt, üstte yarı açık baş. Saç teli görünmemeli diyen tesettür nerede, bu nerede?
Kadınlar ve İdeoloji
Özgürlük gariptir. Tadını bir defa alan hep dahasını da ister. Boşuna mı hepimizin aslında bir çeşit anarşi istemesi? Boşuna mı anarşiye bizden, Avrupa’dan, hatta belki Asya ve Afrika’dan daha yakın Amerika’nın sevilmesi? Burada anarşi devletsizlik, sistemsizlik, düzensizlik değil. Bu ayrı bir tartışma, zaten uzun olduğu için onu geçiyorum.
Kadınlar da bunu diyor ve istiyor. Zaten yarısı açık başı tam açınca ne olacak ki?
Ne olacak? Sokaktaki ideoloji silinecek. Usuldeki bir birim değişiklik, esasa yüz birim, bin birim, milyon birim farklılık yaratacak.
Kadınlar ve Erkekler
İran’da bu kadınlar yalnız değil. Kendilerine destek çıkan çok erkek var. Çoğu sessiz olsa da ses çıkarmaktan kaçınmayanları da dolu. Isfahanlı biri mesela, evine bir şekilde misafir etti bizi. Eşi başı kapalı olarak karşıladı bizi kapıda, kapı kapandığındaysa açtı başını. Benim hanım da peşinden tabi. Benzer bakışa sahip olduğunu bildiğim bir başka kimseyse yapamadı bunu. İstediğini biliyorum, ağzından biraz da zorla bu lafı aldım ama o terör iklimi, altı tarafımızdan kapalı o kutuda dahi etkiliyordu onu.
Kadınlar sokakta açamadığı başını kafelerde filan, o da ancak birkaç dakikalığına açıyor. Elimdeki en güzel İran fotoğrafında mesela, başı açık ve örtülerini rüzgarda dalgalandıran üç genç kız var. Bunca senedir hiçbir yerde paylaşmadım onu, sırf bir şekilde denk gelir de o kızlara zulüm olarak dönerse diye bu. Terör tanımlanamaz diye iddia ederim ya, göster desen bu fotoğrafı gösteririm: Kaç yüz bin milyon kilometre öteden, hiç tanımadığım üç güzel kızın her anlamda muhteşem fotoğrafını paylaşmaktan korkmak. Bundan ala terör mü olur?
Evet, İran rejimi teröristtir.
Rejim yanlısı yürüyüşlerde, konuşmalarda, vidyolarda… beş erkeğe bir kadın düşerken karşıtı olanlarda neredeyse bir kadına bir erkeğin düşme sebebinin birazı bu. Bizde de olduğu üzere direkt kadınları etkileyen durumlarda oran kadınlar lehine değişse de genel anlamda böyle garip bir denge var.
Mollaları İndirecek İran Devrimi?
Peki, bu terörist rejim değişir mi?
Buna cevabım üzücü bir hayır oluyor. Dış destek olmadan bu rejim değişmez çünkü:
Muhalifler, bizde de olduğu gibi, örgütlü değiller ve halk hareketi için örgütlülük gerekli. Biz malız, örgüt lafını duyunca aklımıza terör geliyor. Yıllarca çok güzel yedirdiler bunu. Oradaysa Sovyetlerde olduğu gibi muazzam bir baskı ve “grev kırıcılar” var. Dinle devletin tevhidinde ihtiyacınız olan bu yalana inanacak kadar geri zekalı milyonlar ve orada da bunlardan bol bol bulunuyor. Yavaş gelince DHKP-C sayaç okuyor, İmamoğlu gelince PKK şehre iniyor filan ya bizde, orada da aynı. Mollalar gidince din elden gidiyor.
Bunun “ilahi” temelini de Ayetullahların imamlar gibi masum, yani günahsız olduğuyla atıyorlar. Humeyni kimdir ki Ali gibi günahsız olsun? On iki imamcılığın en büyük açıklarından biri bu. Sürekli imamet ihtiyacı, “imamın” neredeyse peygamberliğine geliyor. Boşuna bunların sözleri neredeyse ayet hükmünde değil.
İran ekonomisi iki yapılı. Birisi direkt ve sadece Ayetullahlara çalışıyor ve büyüklüğünü bilen yok. Bunca yıllık ambargo olmasa İran Türkiye ekonomisini üçe bile katlardı şimdiye, bu kadar büyük. Ülke çok alanda kendine iyi kötü yetiyor aslında ama mollalar o kadar büyük bir kara delik ki daha ötesi olmuyor, olamıyor. Bu milyor milyor dolarlar da muhafızlara gidiyor, ajanlara gidiyor, bayağısı “ruhani liderin” cebine akıyor ve durum ortada. Bana da hesapsız kitapsız milyor dolarlar verin, ben Türkiye’yi sekülerizmin kalesi yaparım tüm bu olan bitene rağmen ve bunlardan sonra.
İran’da siyaset, bizdeki gibi rejimin çizdiği sınırlar içinde dönüyor. Her faşist baskıcı rejimde olduğu gibi muhalifler ancak terörist, vatan haini, din düşmanı filan oluyor. Bu da muhaliflerin, kendilerine siyasal alanda hareket edebilmek için rejimi sürekli yeniden yaratmasına, baskının sürmesine neden oluyor. Bizde nasıl “hepimiz insanız ve insan olarak haklarımız var” demek PKK’lılık, teröristlik filan alameti, orada da aynı. “Ben de dindarım, ben de Şii’yim” demeden lafa başlayamıyorsunuz ve istemeseniz de Ayetullah’ı, mollaları meşru kılıyorsunuz. Diğer türlü bizde “sadece” toplumsal ve politik dışlama var, orada üstüne aforoz, ceza ve duruma göre idam.
Hülasa
Oranın geçici değil kalıcı kurtuluşu ancak bir Atatürk’le olur gibi geliyor bana. Umarım ben yanlışımdır ya, bu fasit daireden çıkış için gerekli kuvvetin içeriden doğamayacağı benim için bir vakıa ve dışarıdan alınacak destek içeriden kahramanlar yaratmaya değil dışarıdan süregiden desteğe ihtiyaç duyar, bu da ülkenin bugün olmasa yarın “özüne” dönmesine yarar gibi.
Bence.
Tekraren: Başarılı bir sosyolog olmasam da benim gördüğüm ve anladığım bu. Haklıyım haksızım, ona kendiniz karar verin.