You are currently viewing İkinci Eve Vergi ve Gönlü Geniş Ev Sahipleri
  • Post category:Siyaset "Bilimi"
  • Reading time:9 mins read

2023 sonundan beri ortada gezen bir laf biraz daha ciddi halde konuşulur olmuş sanırım. Konu, ikinci eve vergi – daha doğru tabirle ikinci ve sonraki evlerden daha fazla vergi alınması. Gönlü bayağı geniş ev sahiplerimizin kimileri, sağ olsunlar, böylesi bir şeyin neden biz ezik fakirlerin aleyhine sonuçlar doğuracağını yazıp anlatmışlar. Ben, önce kendilerinin tezlerini kısaca sunup sonra kendimden bir iki bir şey ekleyeceğim.

Ev Sahiplerinin Tezleri

  1. İstanbul, emlak konusunda dünyanın en pahalı şehirlerinden biri haline gelmiş gelecekmiş. Londra ve New York gibi yerlerle yarışıyor, bazen bunları geçip bazen berabere kalıyor, kimi zamansa kılpayı yeniliyormuş. Bunun sebebi yüce gönüllü ev sahiplerimiz değil, arz talep dengesiymiş. Yani İstanbul, dünyanın en önemli 3-5 şehrinden biriymiş, dünyanın başkentlerinden ve en çok talebe sahip şehirlerinden biriymiş. Siz bu kadar talep etmezseniz arz fiyatı da bu kadar olmazmış. Ne yapsınmış, yüce gönüller taş mı yesinmiş?
  2. Yüce gönüllü ev sahiplerimiz, evlerine ek vergi gelmesi durumunda bu vergi miktarını kiraya yansıtırmış çünkü alemin enayisi değillermiş. Fakir kiracılar düşünmeliymiş bunu. Olan yine fakir kiracıya olacakmış.
  3. Zaten vergi gelmesi durumunda ikili bir sorun oluşacakmış. Bunların ilki oymuş ki zengin ve yüce gönüllü ev sahiplerimiz, vergi vermemek için artık ev almazmış. Onlar ev almayınca da kiralayacak ev olmazmış, fakir kiracılar sokakta kalırmış.
  4. Daha fenası, yüce gönüllü zengin ev sahiplerimiz ev almayınca müteahhitler artık ev inşa etmez imiş, böylece de konut sorunu büyürmüş.
  5. Yeni yapılan evler bir şekilde olursa bu evleri de ancak ve sadece yabancılar alırmış bu saatten sonra. Şimdi en azından yüce gönüllülerle yabancılar alıyormuş, bu türlüsü daha iyiymiş.
  6. En güzelini en sona sakladım: İngiltere, Danimarka, İsveç, Amerika gibi ülkeler sosyalist, piyasadan bihaber, mal ülkelermiş.

Tüm bunlar bize ne söylüyor?

Siz fakir kiracılar ev almayı filan unutun. Sizin neyinize ev almak, köpek oğlu köpekler?

Ahlak, Ahlak ve Ahlak

Yukarıda sayılan maddelerin tümünün 86 IQ’ya Einstein çekenlerce ortaya atıldığı bir vakıa. Yani Hyde Park kenarında prense komşu eve istenen parayla Beylikdüzü’nde bir eve istenen paranın neredeyse aynı olması, elimizde bir avuç namussuzun olduğunu gösteriyor. Arz-talep denen şeyin ne olduğundan haberdar olmasam belki yiyeceğim ama yiyemiyorum.

Şöyle bir gözlemimden bahsedeyim, katılırsınız katılmazsınız size kalmış: 80’lerde başlayan değişim ve dönüşümle, eskiden bir hane bir maaş olan denklem bir hane iki maaş olarak değişti. Bir zamandır, sanırım 20 yıldır da bu maaşların biri ya dümdüz kiraya, ya da kira ve faturalara gidiyor. Yani ortalama (Türkiye için asgari) maaş, büyükşehirde ev kirası veya kira+artı fatura anlamına geliyor. Bu hesapla, Londra’da orta karar bir daire tutmanız durumunda, kira ve faturalara toplam yaklaşık 2000 sterlin ödeyeceğinizi söyleyebiliriz.

Peki, Türkiye’de? İstanbul’da ne oluyor ne bitiyor da tek maaş geçtim kira ve faturayı, kirayı dahi ödeyemiyor – hem de şu anda iki katı seviyesinde olan asgari ücrete rağmen? Bizim yüce gönüllü “yatırımcılarımızda” bir sorun olsa gerek.

Tabi, yatırım. Nasıl bir işse bu, yatırım yapıp kar kazanınca güzel, zarar edince “devlet bize baksın”. Her yatırımın riski var, sizinki de bu? Siz ne ayaksınız da “ben de kiracıya kitlemenin yolunu bulurum” diye geziyorsunuz? Bir de aklınız sıra insanları tehdit ettiğinizi sanıyorsunuz “ben de kiraya vermem/satarım” diyerek. Bak sen şu kukinin dediklerine hele ya? Vermeyin kiraya, aidatından yıpranmasına hepsi başınıza kalsın. Biz mi üzülelim buna? Satıyorsanız da satın. Enayinin birini bulursanız ederinin üç katını verecek, satmazsanız adam değilsiniz. Tamam? Alla halla.

Serbest Piyasa

Çok uzun anlatılabilecek bir şeyi çok kısa bir soruyla açalım: Piyasada/pazarda arz ve talep tek değişken olmalı mıdır?

Eğer evet dediyseniz, bir parça da namusunuz varsa, azılı bir anarşist olmanızı da beklerim zira piyasada arz ve talebin yanında mal fiyat ve miktarını etkileyebilecek kadar güçlü olan tek yapı devlettir. Ortada bir monopol varsa onun var olmasını sağlayan da devlettir, enflasyonla fiyatların kendi keyfine kalmasının sebebi de devlettir.

İngilizce literatürde market ve free market ayrımı vardır. Market bildiğimiz pazardır/piyasadır. Free market/serbest piyasa ise hiçbir regülasyonun olmadığı, tutanın tutturduğuna kilitlediği, Amerika’da bile bulunmayan bir yapıdır. Serbest piyasa, tanımı gereği, her türlü düzenleyici ayardan mahrumdur ve, haliyle, en bir “özgürlükçü” kişinin dahi hayali olmaktan uzaktır.

Neden? E bakın Cem Toker’e mesela. Çok liberal, çok şu bu, eğitimi bile özelleştirecek kadar Amerikan kafası ama hala özel teşebbüsün kar yapmayacağı alanlar ve konularda devletin iş yapmasını istiyor. Devletin bunu yapması için vergi alması, vergi alması için piyasaya müdahil olması gerekli. Ekmekten az, çikolatadan çok vergi almak bile bir müdahale. Liboşluk işte, Allah düşmanıma bile vermesin.

Daha “ilginci” şu: Serbest piyasa, ancak “ben şimdi ipin ucunu/suyun başını tuttum, hadi başlayalım” anında ve sonrasında savunuluyor. Ya sen hayırdır? Bugüne dek serbest olmayan piyasadan nemalandın iyiydi, şimdi neden birden serbestini arar oldun? Bir de her alanda serbest mi olsun bu piyasa, paşam? Yoksa sen kazıklarken iyi, başkası kazıklarken kötü mü?

Ahlak dedim, her konuda buna dönüyoruz kaçarımız olmadan. Eminim ki “vergiyi kiracıma kitlerim” çekenlerin hatırı sayılır bir kısmı vergi kaçırmanın kötü bir şey olduğunu da söyleyecektir. Bu ne perhiz bu ne Nutella kavanozu böyle? Sen kiracına kitliyorsun, diğeri sana kitliyor, başkası hepimize kitliyor. Nihayetinde olay yükümlülüğü yerine getirmemek. Vergi kaçırmıyorum da vergiden kaçınıyorum mu diyeceksiniz bilge bir adam gibi?

Serbest piyasa isteyen kimselerden kaçın, kaçının. Piyasa istenir, kontrol olmasın denilir ama hepten kendi başına bırakmak… Bu piyasanın mucidi İngiliz’den, öncüsü Amerika’dan çok bilen kimseler Türkiye’de bulunabilir mi gerçekten? Yok, soruyorum sadece?

Neden?

Ev muhakkak bir yatırım aracıdır, aynı zamanda en temel ihtiyaçtır. Güvenlik hissimizi tatmin için bize ait ve tecavüz edilemez (daha doğrusu tecavüz edilmesi durumunda yaptırım bulunan) bir mekana ihtiyacımız bulunur. Bu, emlak piyasasının regüle edilmesi gerekliliğini doğurur. Bu kadar basittir bakın. Nasıl su kaynakları tekelleştirilemez (devlet elinden ayrı), bu da farklı değildir. Su hayati bir ihtiyaçtır, su sahipsizdir/sahipsiz olmalıdır. Ev en temel bir ihtiyaçtır, ev sahipliği regüle edilmelidir.

Ne gibi? Mesela evsiz kimselere kredide kolaylık sağlanması gibi. Mesela imparatorluk zamanlarında uygulananlardan seçmece babında) pencere başına, kapı başına, oda başına senelik vergi gibi. Mesela mortgage gibi… Mesela (burada bahsi geçen) ikinci evden artı yüzde bilmem kaç, üçüncü evden artı yüzde bilmem kaç… fazla vergi gibi.

Bir toplumun ne kadar iyi durumda olduğu, en kötü durumdaki bireyinin seviyesiyle ölçülür. Bu kadarı tamam. Öte yandan bir toplumun patlamaması, bir düzende ve düzenle ilerleyebilmesi, çökmemesi için de belli şartlar gerekir. Yüksek gelir adaletsizliği, mesela, korumalı siteler doğurur. Bunun uzun sürmesi, sonunda iç savaşa götürür. Bu, sosyal sözde bilimlerinin kanun olmayan kanunlarından biridir, sebebini anlamak için de deniz anasından hallice miktarda zeka yeterlidir. Ev (barınma), su ve yemeğe erişimle beraber, hayatın sıfır noktasını oluşturur ve tam da bu nedenle belli regülasyonlar zorunludur, bunlara karşı çıkanlar da aklı sıra kendilerini güvene almaya çalışan zekalılardan başkası değildir.

Barınma sorunu Türkiye’nin bir gerçeği ve uzun zaman önce geçmiş olması gereken bir kanunun gündeme gelmesi bile bence olumlu. Gündeme getirenleri sorgularız, o ayrı tabi, fakat ilkesel açıdan olumlu. Pratikte ne yanlışlar yapılacağını hep beraber görürüz – eğer böyle bir şey yapılırsa.