Hukuk ne işe yarar?
Henüz birkaç gün önce yazdığım bir yazının iki başlığından alıntılarla başlamak istiyorum. Bu sayede hukukun neyden, nereden doğduğunu anlatmış olacağım ve konuyu irdelemek daha kolay olacak.
Ahlakın Kaynağı
Boşluklarını tanrılarla doldurmaya çalışan kimseler, “tanrı yoksa ahlak yoktur” demekteyse de bir sosyolog ve siyaset bilimci olarak, bunların da hem teorik hem pratik alanlarında çalışmış birisi olarak, gülerek karşılıyorum.
Ahlak nedir? Basitçe eylemlerinden sorumlu tutulabilecek sosyal varlıkların birbirleriyle ve genelinde toplumla olan ilişkilerini yöneten normlar bütünü. Bu haliyle de ahlak yasanın öncülüdür. Ciddi cezaya değer bulunan kısımları hukuk alanında, ciddi cezaya değer bulunmayan fakat ayıplanmaya devam eden kısımlarıysa normlar ve değerlerle sosyolojik alanda kendine yer bulur. Birini öldürmek ciddi cezaya değer bulunmuştur, haliyle yasada yeri vardır. Gürültü yaparak insanları rahatsız etmek o kadar ciddi cezaya değer bulunmamıştır, kabahatler kanununda yeri vardır. Otobüste, ayakta durmakta zorlanan kimselere yer vermemek bu kadar dahi cezayı hak eder görülmemiştir, ayıplama ve gerekirse toplumdan dışlanma yeterli görülmüştür.
Normların Değişimi
Toplum sürekli değişir fakat bir o kadar değişmez görünür. Toplum değişime dirençlidir, bir o kadar da değişimin kaynağıdır. Uçsuz bucaksız bozkırda at sürerken erkekle denk olan kadın, Yavuz Sultan Selim Şah İsmail’le olan çekişmesini saçma bir Sünnilik-Şiilik eksenine çekip Osmanlı’nın kimliğini Sünni devlet olarak değiştirdikten sonra erkekten aşağı düşmüştür. Bu dönüşüm sancısız ve bir anda olmamıştır zira yerleşik normlar vardır – fakat bu değişim gerçekleşmiştir. Bugün dahi bunun sancılarını çekmekteyiz.
Hala yazımda olan the triadic structure of the social isimli makalemde (evet, post değil, yazı değil, bildiğimiz “akademik” makalemde) sosyali oluşturan üç sacayağının bulunduğunu anlatıyorum. Politik olan, toplumsal olan (İng. societal) ve ekonomik olan, her birinin kendi alanı bulunan bu üç temel sosyali belirler ve hukuk gibi, gelir adaleti gibi konular bu üçünün ikili veya üçlü ilişkilerinden doğar. Hukuk bu üçünün birden şekillendirdiği bir alandır her ne kadar politik ve toplumsal olan baskın olsa da, ve tek bir kaynakla sınırlanmaz. Ve evet, din de bu üçünden çıkıp şekillenir.
Hukukun temelinde ahlakın olduğunu söyledim, ahlakın tanrıya ihtiyaç duymadığını da ekledim. Bu bizi, ahlakın bir kurucusunun norm ve değerler gibi toplumsal olan olduğu, buna ek olarak da politik olanın ahlakı değiştirme gücüne sahip olduğu sonucuna götürür. Örneğin bugün nikahsız birliktelikler 20 yıl öncesine göre çok daha olağan karşılanıyorsa sebebi toplumda değil politikada bulunur: “Batının ahlaksızlığı alınmıştır”, bu da siyaset eliyle gerçekleştirilmiştir.
Hukukun İki Kullanımı
Hukuk, işbu minvalde, ahlaktan doğan ve neyin yaptırıma devlet (veya, daha geniş tabirle, organize yapı) eliyle zorlanacağı ve neyin zorlanmayacağı konusuyla uğraşan bir alandır. Otobüste, ayakta durmakta zorlananlara yer vermenin devlet eliyle yaptırıma tabi tutulmaması bunun ahlaki alanda yeri olmadığını göstermediği gibi hukukta yer alan her şeyin de yerleşik ahlakın birebir yansıması olduğunu göstermez. Örneğin anayasamıza göre başkan, vergiyi (neredeyse) dilediği gibi artırıp azaltabilir – her ne kadar ikincisinin gerçekleştiğini hiç görmediysek ve göreceğimiz şüpheli olsa da.
Hukukun iki işlevi vardır. Bunların birincisi toplumsal düzenin korunumuyken (suç işleme ki ceza vermeyeyim), yani normların belirlediği normali sürdürmekken ikincisi bozulan normali normlar eliyle düzeltmektir (suç işledin, şimdi cezanı çek ki başkaları da suç işlemesin). Toplum devleti, devlet hukuku belirler, hukuk eliyle toplum dönüşür, sonra devlet dönüşür, devlet dönüşünce yine hukuk dönüşür… Bazen günler bazen asırlar alan süreçlerin özeti budur. Burada da günümüzdeki konuya geliriz. Önce, terörün tanımı ve tanımsızlığı başlıklı yazıdan son bir alıntı.
Terörün Tanımı ve Tanımsızlığı
Terörü neye göre bileceğiz?
Durduğumuz ve baktığımız yere göre.
Birileri için Ankara bombacısı terörist değildi. Orada, otobüs durağında oturan kişinin masumiyeti önemsizdir o kişiler için. Amaç, sıradan insanı da politize etmek ve kendi safına, o ki sevgiyle geçmiyorlar, korkuyla geçirmektir. “Verin şunlar ne istiyorsa, yeter ki canımızdan olmayalım”. Terörde amaç budur derler.
Doğru mudur? Belki. Masumiyet insani bir tanımdır, siyasette ise dost ve düşman vardır. Kişilerin masumiyeti ikincildir ve bulunulan gruba göre değişir. İnsanın olduğu yerde, ne yazık ki, şiddet var. Bu şiddetin uygulayıcısı ve uygulananı, eylemin meşruiyetini belirler. Stalin Ahıska’daki, Ardahan’ın hemen karşısındaki Gürcü kasabasındaki binlerce Türk’ü Orta Asya bozkırına sürerken onların potansiyel terörist olduğunu düşünüyordu. Bunların ne söylemi vardı, ne eylemi. Ama teröristtiler. Potansiyel.
Böylesi bir durumda terör kelimesini lugatımızdan çıkarmak en doğrusu gibi değil mi?
Mekan Basma ve Terör
Terörün göreliliği, terör olarak nitelendiremeyeceğimiz şeyler olmadığı anlamına gelmiyor. Bizim teröristimizin başkasınca terörist olmadığı anlamına geliyor.
Terörün literatürde ve pratikteki anlamı, siyasi saikle insanları sindirip korkutmaktır. Bu eylemler bazen silahla olur, bazen silahsız fakat her iki durumda da fiziki güç gösterisi bulunur. Kişilerin ellerine silah almamış olmaları önemsizdir, bu henüzdür ve Ahmet Davutoğlu gibi stratejik derin birisi değilseniz, canlı bombaları isim isim bilirken “eylem yapsınlar da öyle alalım ehehe” demezsiniz. Elinizde istihbarat varsa bunları kuytuda toplar içeri alırsınız, daha karanlık çalışıyorsanız arkasında bir intihar mektubu bırakıp bir çatıdan aşağı atarsınız. İkincisi hukuk devletinin eylemi değilse de hayatın gerçekliğidir – tıpkı tanımsız olan terör gibi.
Bugün, canı sıkılan molla ve onların badeledikleri, sağda solda mekan basıyor. Kastım “iyi niyetli” tebliğciler değil – ki bunların da hukuken sınırlandırılması gerekliliği başka bir yazının konusu. Kastım, “sen nasıl burada yemek yer/kahve içersin” diyerek insanlara gruplar halinde “had bildirenler”.
Kanun açıktır: Devlet izin verir, işletmeler çalışır. Şiddet de devletin tekelindedir, uygulayanlara göz açtırmaz. Sağa sola gidip, şu dükkanı bu dükkanı basanlar hakkında herhangi bir yaptırım uygulandığını da duymadık.
Demek ki onlarca kişi toplanıp, bir yerleri basıp orada çalışan ve hizmetinden faydalananları korkutmak bir şiddet eylemi değil, haliyle bu eylemde hukuken sorunlu bir yan yok. O ki sorunlu bir yan yok, sokaklarda istediğimiz gibi 10-20 kişilik gruplar halinde dolaşabilir, istediğimiz yere bağırıp çağırarak girebilir, sandalyeleri masaları tekmeleyip ortalığı dağıtabilir, insanları korkutabilir, biri bize dokunursa nefsi müdafaadan dokunanları benzetebiliriz. Nihayetinde hukuk önünde herkes eşittir, yasada belirtilmediği sürece kimse dokunulmaz değildir – ki yasada dokunulmazlığın bulunmasının abesliği de yine başka bir yazının konusu.
Ne diyelim, Allah bu ülkede namusuyla sessiz sakin yaşamaya çalışanlara sabır versin. Yanına 8-10 kişi bulanın teröristlik değil sıradan vatandaşlık yaptığı bir çağa girmiş bulunuyoruz. Yoksa, terörün (ben katılmasam da) yasada ve sözlükteki tanımını direkt gerçekleştirip kanun yapıcı ve uygulayıcılarca bu eylemlerde sorun görülmemesi bir gruba özgü olacak değil ya?