You are currently viewing Hayırlı Kısmet

Kendisini ilk defa bir seçmeli derste görmüştüm. Kara saçlı kara gözlü, utangaç, iyi niyetli, tatlı… Üç saniyelik o ilk karar anında aklınıza gelebilecek olumlu sıfatların ve tanımlamaların helalinden yarısını hemen nöronlarımdan akıtmış, “elim nerede lan? Hah buradaymış” dedirtmişti.

Üstünüze afiyet, öyle bakılır bir yüzüm yoktur. Bedenimse yüzümden de çirkindir. Konuşmaktan anlamam, düşünmekten anladığım şüpheli. Sokaktaki sıradan insan olabilmeyi sınıf atlamak olarak gören biriyim. Hal buyken de böyle birinin beni görmesini de geçtim, bana bakmasını dahi olasılıklı görmüyordum. Sanırım bu rahatlıkla, annemin deyişiyle bu tatlı kızla arkadaşlık kurmaya çalıştım. Klasik hoşbeşler, o not bende varlar, kantinden bir şey ister misinler derken ders arası konuşmalar ders sonrasına uzadı, derken ders sonrasından akşama ve geceye erişti. Sonra ders yokken buluşmalar filan derken “ulan galiba o da bana bakıyor” kıvamına geldim.

Geldim ama hala bilmiyorum. Ne yapayım ne edeyim derken İstanbul’da bir konser gördüm. Bizim çocuklar İTÜ’ye çağırmışlar bir grubu, cebimize üç beş girsin diye bakıyorlar. Bir an gaza geldim, “günübirlik İstanbul yapalım mı” dedim. Dedi “yapalım. Daha önce İstanbul’a da gitmedim zaten, yeşillik olur”.

Obaaa…

Aldım konser biletlerini. Aldım İstanbul gidiş dönüş biletlerini. Geceden biniyoruz, sabahın köründe iniyoruz. Üç beş sağda solda sürttükten sonra okula gireriz akşama doğru, orada da bebeleri görürüm. Benim s.çıp sıvadığımı belki onlar biraz toparlar.

Yaptık. Geceden bindik. Otobüste, hemen yan koltuğumda. Nefesi hemen yan tarafımda ama eline dahi dokunamıyorum. Delirdim delireceğim. O uyudu, ben uyuyamadım derken indik. Esenler’in muhteşem görüntüsünden hemen metroya atlayıp uzaklaştık, Aksaray’dan Beyazıt’a yürüdük. Kahvaltı ettik, oradan Eminönü-Kabataş-Taksim yaptık. Babamdan öğrendiğim dürümcüde öğle yemeği patlattık. Kızın gözü şehirde ama şehirde olduğu kadar bende de. İçim hareketleniyor filan, biar garip hal. Taksim’den Şişli’ye yürüttüm, oradan da metroyla atladık İTÜ’ye. Muhteşem ortamlar, muhteşem şehir. Kız mutlu, o mutlu diye ben de mutluyum…

İTÜ’de arkadaşların eline bıraktım biraz. Dedim tüm gün durmadan beni görecek hali yok, az da birileriyle konuşsun. “Çok tatlı kız lan” dedi bir arkadaş. Dedim bana hiç benzememiş. “He ya” dedi. “Allah’ın ayısıyla ne işi varsa” diye de ekledi. Bir işi yok lan, daha bir şey demedim dedim. “Kız sana daha ne desin hayvan” dedi. Dedim mantıklı ama planımı yapmışım, hemen atlamadım.

Konser başladı, bitti. Biz okuldan çıkmadan kıza “ben senin fotoğrafını anama gösterdim” dedim. “Ee” dedi. “Böyle gelinin olsun istemez miydin” dedim. “Güzel kız maşallah, huyu suyu da güzelse tabi isterdim dedi” dedim. Kızardı bozardı, “ee” dedi. “Anamla tanıştırsam mı ki seni, desem mi ki ‘bak, getirdim’ diye” dedim. Başını eğdi bir, “olur” dedi.

Böyle dangozca bir şekilde de olsa “bakıyormuş ya la bana” demiş bulundum. Ve dönüş yolunda yine uyudu, ben yine uyanıktım ama eli elimdeydi en azından.

Sonrası bildiğimiz işler, geçiyorum. Dönem bitti, yaz ortasında “yurt yok ev yok, zaten 2-3 dersim kaldı. Ne yapayım da yapayım” demeye başladı. Eve çıksın desek pek arkadaşı yok, yurt desek bir iki ay beklemesi lazım. Gaza geldim, “eve beraber çıkalım” dedim. Olurdu olmazdı derken “tamam” dedi, “yapalım. Ama kimse bilmeyecek”.

Ulan Ankara’dayız, ailelerimiz başka şehirlerde. Arkadaşlar desen kime hesap vermek zorundayım ki?

Ankara’ya erkenden dönüp ev aradım, buldum. Ev eşyasızdı; birazı ikinci elciden, birazı öğrenciye bedavaya bırakanlardan sağ olsunlar, bir iki parça bir şeyler buldum. Hepsini yaptım ama ufak bir sorun vardı: Benim çalgıcılıktan başka gelirim yok. O da düzenli gelir değil. İş bulacağım da, paramı alacağım da, kirayı ödeyeceğiz filan. Bir ay iki bin kazanıyorsam mesela, öbür ay iki yüz kazanıyorum. Ne kadar safsam kız iş buldu, çalışıyor, ben beş parasız kalırsam en azından kirayı öder, ben de aç karnımı doyururum diye düşündüm. Kız da biliyor bu durumu, buna tamam dedi.

Evde iki sevgiliden ziyade iki ev arkadaşıydık. Tanıdığım, sevdiğim kız da bayağı değişmişti. Kimlerin arkasından neler atıyor tutuyor, cimrilikten nasıl ölüyor, nasıl beni süründürüyor…

Dedim olur. İnsandır. Zor zamandan geçiyordu, ailevi meseleler. Detayları önemsiz. “Bu da geçer” diye takıldım bir zaman. İşleri az yoluna koyardı, kafası da durulurdu.

Cahillik…

İlk ay kirayı filan ödedim. Güzel. İkinci aysa parasız zamanımdı. Fotoğraf makinam vardı, onu satıp kiradan payımı ödedim. Üçüncü ay da bir şekilde geçti. Derken dördüncü ay geldi. Yine beş parasızım. Son paramı kiraya harcadım. Yurtta arkadaşların yumurtalarını tırtıklıyorum, makarnalarına çöküyorum filan. Derken o akşam oldu.

Oturduğumuz yeri, neden bilmem, güvenli bulmazdı. Sabah işe giderken, benim işim olsun olmasın, kalkar onunla beraber durağa yürürdüm, otobüse bindirip eve dönerdim. Akşam gelirken gider alırdım aynı şekilde. Tüm gün bir şey yemediğim bir günün akşamı işten döndü, ben de almaya gittim yine. Açlıktan kırılıyorum. Vücutta o kadar yağ var, boyumun 10 fazlası kilom var ama vücut onları yakmak yerine “bana yemek ver Allahsız” diyor. Bu geldi, duraktan aldım. Yürüyoruz ama midem de gurulduyor. “Ya” dedim, “bende metelik kalmadı. Sabahtan beridir de acım. Şuradan bir ekmek alsak olur mu? Borcum olsun, hafta sonuna iş buldum. Öderim”.

Ne dedi?

“Ben bu para için akşama kadar it gibi çalışıyorum. Bana ne, almam. Kazan da kendin al.”

Kendimi güçsüz, düşkün, zavallı, acınası… hissettiğim çok anım oldu ya, geçen bunca seneden sonra hala o andaki gibi hissettiğimi hatırlamıyorum. Ben ki elimdeki ekmeği kuşla, önümdeki yemeği kediyle köpekle paylaşırım. Ben ki kaç kere AŞTİ’ye gittim İstanbul’a gidip ailemi görmek için, oradaki evsizlere otobüs paramı verip geri yurda döndüm. Ben ki…

Yok, kendimi övesi değilim.

“İnsan, kapısındaki ite böyle davranmaz” dedim. On dakika filan sonra aklı başına geldi, “gel aç karnını doyurayım” filan dedi ama yemezler. Yemedim. İki gün okula yürüdüm, yurtta karnımı doyurdum. Üçüncü gün işe gittim, çalıp edip üç beş kuruş kazandım. O arada da evde daha da yüzüne bakmadım. “Neden direkt ayrılmadın” diye sorabilirsiniz – o da işte, “insaniyetimden”. Yazıktır dedim, günahtır dedim. Sevgiden filan değil. Yine sabahları durağa bıraktım, akşamları gidip aldım. İlginci, benim görevimi yapmam kendisine hiç garip gelmedi. Hatta konuşup şaka maka yapmaya çalıştı filan.

Zaten iki hafta filan sonra da anası “sen orada erkeklerle mi kalıyorsun, orospu mu oldun başımıza” deyip şarlamış, evi de dağıttık böylece. İyi de oldu. O arada başka birini buldu eve çıkacak. Ben de evsiz yurtsuz, kaldım ortada. Sefaletin zirvesini yaşamaya da bu olayla başladım.

Evi de dağıttıktan sonra iletişimimiz koptu. Başlangıcı gibi bitişi de doğrudan söylenip konuşulmayan bir şekilde oldu bu ilişkinin. Ben de hayattaki en büyük derslerimden birini aldım: Annen beğense bile kısmet o kadar da hayırlı olmayabilir.

Ve öğrendim: Bir kişiyle yolculuğa çıkmadan o kişiyi tanıyamazsın diyen söz eksik: Bir kişiyle bir gece geçirmeden de o kişiyi tanıyamazsın.