ODTÜ’nün yazı bir başkadır. Tepenizde size cehennemin gerçekliğini ispat etmeye çalışan güneşe, millet tatildeyken yaz okulunda olmanın hüznüne, kimileri için başka yurtta kalmanın rahatsızlığına, tanıdığınız değil tanımadığınız kişilerle bir buçuk ay geçirmeye… rağmen öyle güzeldir ki nasıl Norveç’te futbol sezonu kışın değil yazındır, ODTÜ’de de dert, evet ders değil dert sezonunun kışın tatile girmesini, yazın devam etmesini istersiniz.
Ben bunları, sanırım üçüncü yılımda ilk defa yaz okuluna kaldığımda öğrendim. Doğrusu Ankara’da olmayı da istemiyordum ama not yükseltme derdi, sanırım, çoğu öğrencinin değilse bile çoğu ODTÜ’lünün çektiği bir derttir. Ben de bir umut not yükselteceğim diyerek Ankara yoluna düştüm, sanırım okul kapandıktan sadece iki hafta sonra.
Bahtıma bakın ki yakın arkadaş çevremin yarısı yaz okulundaydı. Mustafa, İhsan, Musa Abi, Arda, Hikmet… Kızlar da vardı tabi, fakat onlar hikayemizin karakterleri olmadıklarından saymıyoruz.
Ekibi toplamışsınız, yetmemiş kendi yurdunuzu açmışlar yazın. Ne yaparsınız? Tabi ki kendi odalarınızda tanıdığınız kimselerle kalmaya çalışırsınız. Biz de denedik fakat yediremedik çünkü ufak iki sorun vardı: Toplam altı kişilik grubumuzun yalnızca üçü para ödeyebiliyordu. İsa yaz okuluna kalmamıştı, haliyle kayıt yapamazdı. Benim nakit durumu nanaydı, Mustafa’da da öyle. Ne oldu sonuçta? Tabi ki üçü bir odaya beraber kaydoldu, kalan üçümüz de yancı kontenjanından ortama dahil olduk.
Dördüncü yurtta odalar dört kişiliktir – en azından bizim zamanımızda öyleydi. Dördüncü olarak Myanmarlı kara bir bebeyi verdiler yanımıza. “Ulan dilini bilmeyiz dinini bilmeyiz, herif ters gidip etmesin” diye düşündük ama boşa çıktı: Okulun başladığı Salı günü gelen Uğur’la biz yedi, oda ahalisi sekiz kişi oldu ve adını hatırlamadığım Myanmarlı arkadaş “siz kimsiniz de yatağımı sizinle paylaşayım? Ulan bit kadar odada sekiz kişiyiz, şimdi müdüre şikayete gidiyorum” filan demedi. Hatta öyle ki bizim yedimiz birden sigara içerdik, ağzını bile açmazdı. Biz de bu iyiliğe iyilikle cevap vererek menemenimizi makarnamızı daima paylaştık, kart atarken hep çağırdık, yetmedi okulun sonunda sigaraya da başlattık.
Sigaraya başlama sebebi tam olarak biz değildik tabi. O sene, pek çok sene olduğu üzere, Myanmar’da sel oldu. Sene çok sene öncesi. MSN’de birbirimizi titrettiğimiz, ne dinliyorum özelliğiyle sağa sola mesaj verdiğimiz, zorlasak yeni açılan bir mail servisinden ad soyad mail adresi alabildiğimiz yıllar. Benim Manchester United uzantılı bir mail adresim vardı mesela çok daha eskiden. Ne alakaysa böyle bir işe girişmişti takım. Bu bebe ailesiyle görüşemiyor, elinde telefon gören de olmadı zaten. Bir dizüstü bilgisayarı vardı, iki üç gün gelip sele kapılmış insanları, ağaçları, binaları filan izleyip efkarlandı. “Darlanma la, Allah büyüktür” çektik ama boşa tabi. İşte sigaraya da o akşamların birinde başladı. Bizden değil, görüyorsunuz. Hevesi varmış, bahanesi olduk.
İşte tam da o yaz, Musa abi “siz hiç havuza gittiniz mi” diye sordu. Gitmiştim tabi, hem de koskoca beş yıldızlı otelin havuzuna. Tamam, içine girmemiştim ama havuza gitmekse gitmiştim işte. Daha ne?
“Öyle demiyorum lan. Okulun havuzuna.”
“Mustafa hastası, haftada üç gidip yüzüyor.”
“O kapalı havuz. Ben açık havuz diyorum, ona gittiniz mi?”
Okulda başka havuz mu varmış? Hadi biz neyse de Mustafa nasıl bilmiyordu ki bunu?
“E gidelim şimdi?”
“Öyle hemen gidilmez, götünüze şort lazım önce. Var mı havuzluk şort?”
Yoktu. Çarşıya gittik baktık, çarşıda da yoktu. Havuz işi mecbur ertesi güne kaldı ama heyecanlar tavan. İkisi Konyalı, biri Samsunlu, öteki Kastamonulu, beriki Sivaslı… Aralarına tek karışmış İstanbullu ben, ertesi günü zor ettik. Ders saatlerine göre havuz ayarlandı: İki buçukta kantinde buluşulacak ve ortama hep beraber duhul edilecek.
Şortlar alındı, havlular tamam, bir arkadaş gaza gelip, Ankara’da nasıl bulduğunu hala merak ettiğim üzere, deniz gözlüğünü de yabışdırdı. Yedi sap, telefonlarımızı ve paketlerimizi havlularımıza sardık, gözlük alan arkadaş daha kantinde gözlüğünü kafasına geçirdi, bir diğeri kızlara şekil olsun diyerek öğleninde kütüphaneden aldığı ve hakkında zerre fikrinin olmadığı bir kitabı koltuğunun altına sıkıştırdı, beriki Ulus’tan aldığı Ray-Ban gözlüğünün sağ camındaki kocaman yazının arkasından dünyayı görmeye çalıştı…
Yedi havlulu havuz yolunda çocuklar gibi şendik,
Yedi havlulu o gün toparlanıp havuza gittik!
Paralar verildi, zaten şort tişört gittiğimiz için soyunup dökünme olmadı, bankoyu geçip kutsal mekana, havuza ulaştık. Ortam muhteşemdi: Bizi çıkardığınızda kızlar erkeklerden, güzel kızlar da çirkin kızlardan daha fazlaydı. Hemen bir köşe kaptık ve, kitaplıyla Raybanlı hariç kalanlarımız, ayılar gibi suya atlayıp aklımız sıra birimiz kurbağalama, birimiz sırtüstü, birimiz kelebek… yüzdük.
Ne kadar?
Üç dakika sürdüyse öpüp başımıza koyarız. Memleketimin ortalama erkeği, yatakta, bizim havuzda geçirdiğimiz süreden daha fazlasını geçiriyor bile olabilir.
Ciğerler alışmamış, kaslar nanay. Soluk soluğa köşemize çekilip kızları kesmeye başladık, bir de ciğerlerimiz açılsın diye sigaraları yaktık.
“Bu böyle doğru olmadı. Direkt havuza gelince yemedi tabi, biraz idman lazımdı.”
“Değil mi ya? Bence halı sahaya gidelim.”
“Okulda halı saha mı var?”
“Lan öküz, hakket bilmiyor musun?”
“Ben daha havuzu kanıksayamamışım sen bir de halı saha diyorsun.”
“Herkes sizin gibi şehirli değil ki tenis oynasın, havuza girsin? Biz ayı olduğumuzdan bizim için de yapmışlar bir şeyler.”
“Ayıp oluyor ama. Ömrümde ilk defa havuza giriyorum, sen köylü ayı kaşarlanmışsın bile burada.”
“Ne kaşarı, küflendim küflendim. Antibiyotik niyetine, na şu kız gibi.”
“Bakayım? Bakamıyorum, gözlüğüm yok.”
“Taş la taş. Taşistan fahri konsolosu mübarek.”
“Ya şu? Bu konsolossa o cumhurbaşkanı.”
“Ben görmüyorum diye ibneliğine mi yapıyorsunuz lan?”
“İbne deme, alınan olur.”
“Ne alınacağım la? En azından beni yemeğe davet eden var. Siz gibi böyle ayı ayı kızları yemiyorum. Efendi gibi havuza girip çıktım.”
“Gözlüğün olsa sen bizden ayısın.”
“Harbiden ya. Kim aldı lan benim gözlüğümü?”
Kim alacak, raybanlı. Sökmeye kıyamadığı kafam kadar çakma jelatin yetmemiş olsa gerek, beş artı dörtten dokuz derece astigmatı da eklemişti renkli hayatına.
Her ortalama sap muhabbeti gibi bu bir dakikalık spor konuşmasını on dakikalık kızlar hakkında konuşma takip etti. Sigaralar bitince “hadi devrem, su bizi bekler” deyip atladık havuza.
Ne kadar? Tabi ki tekrar üç dakika. Yine nefes nefese hoplayıp zıpladığımız havuzdan çıktık, sigaraları yaktık, ben gözlüğümü peşinen bulup gözüme taktım ki muhabbetten eksik kalmayayım ve bu defa on değil on beş dakikalık bir mola verip tüm ablaları tek tek birden ona notladık. Benim dokuz buçukla en yüksek skoru verdiğim kıza diğerlerinden en fazla altı puan gelmiş olması, ne kadar rafine bir zevke sahip olduğumu gösterdiği kadar arkadaş seçiminde ne kadar başarısız olduğumu da anlatmaktadır sanıyorum. En azından yakın çevremle kız kavgasına girecek olmamaksa işin bonusu tabi.
On beş dakika bitti, biz yine suya atladık. Kaç dakika olduğunu söylememe gerek var mı? Hepinize soruyorum: Üçüncü seferde performansınız olumlu anlamda değişiyor mu ki bizden üçüncüde farklı bir performans bekliyorsunuz?
Ne oldu? Bu defa ara yirmi dakika oldu. Bir sigara arası ikiye, iki üçe, üç dörde çıktı. Günün sonunda, havuz kapanırken suda bulunduğumuz vakitleri uç uca topladığımızda, depresyondaki modern bir kızın sıcak duşta geçirdiği vakit kadar etmedi ama havamızdan da geçilmedi tabi.
“Dün havuza gittik var ya, uf.”
“He ya. Öküz gibi yaşıyorsunuz hıammına. Az çıkın da spor yapın.”
“Aynen. Bak, bu nereden baksan üç kilometre yüzdü. Hamsi girdi yunus çıktı. Biraz insan olun, götünüz leğene döndü oturmaktan.”
“Burada yüzmek kapalı havuza da benzemiyor. Kömür değil kızlar ısıtıyor suyu bir defa.”
“Sahiden, bir kızlar var, of ki ne of.”
“Bizim karşı odadakini gördüm, duştan çıktığı akşamkinden daha güzeldi.”
“Ne yapsak, bir daha mı gitsek?”
“Gidelim tabi. Şorta o kadar para verdim, tek seferlik mi?”
“Yalnız siz ikiniz safi benden otlandınız. Bir dahakine dokunanı s.kerim.”
“Biz spor yapacağız diyoruz, bu ne diyor? Kim ne yapsın la senin sigaranı?”
Bunu söyleyenin pek umurunda değildi arkadaşın sigarası, doğru. Fakat hikayenin sonunda önceki sefer yedi kişi üç paket bitirmişken ikinci seferde dört paket bitirdik. Sebebi belliydi: Açık hava, spor da yapıyoruz ya, ciğerler açılıyor. Havuza, kızları keserken sigara tüttürmek için gidecek halimiz yoktu ya?