Siteyi artık (ve tekrar) profesyonel ve kişisel her şeyi paylaştığım bir yere çevirmeye karar vermişken “ciddiyetsiz” ilk yazımın Fenerbahçe hakkında olmasından daha mantıklı kaç şey olabilir?
Konumuz Konferans Ligi kurası. Ligi bir yere kadar salmışken ben, bu kuraya görece sevinen biri olarak birkaç şey karalamak istedim.
Sanırım şunda hepimiz mutabık kalırız: Plzen gelse en kıyak kurayı çekmiş olurduk. Ben, şahsen, bunların gelmesini istedim ama çok da istemedim. Sebebim, bu noktada biraz daha “takım gibi bir takımla” oynamamızı istememdi. “Ulan kaç maçlarını izledin, takım hakkında ne biliyorsun” deseniz cevabım yok ama şu bakışım var:
Fenerbahçe’nin bu seneki kadrosu, ele bir daha geçmesi zor bir kadro. Ferdi-Osayi-Ooster bekleri, Djiku-Becao-Bonucci stoperleri, İsmail-Fred göbeği, Tadiç-İrfan Can kanatları, Szymanski-Dzeko-Batshuayi (ve, beğeneni pek olmasa da, belki de sempatik bulduğum için sevdiğim Serdar Dursun) ileri hattı bence gayet güçlü, gayet iyi bir kadro. Bundan iyisi elbette yapılabilir ama, devre arasında oynamak için ayrılan ve takımın zayıflamasına neden olan giden oyuncu transferleriyle ülkenin ve takımın gelir durumunu düşününce gerçek dünyada bu olasılık düşük bir olasılık. Bir de, neden bilmem, Liva bana İrfan Can Eğribayat kadar güven vermiyor hala – ve İrfan Can’ın yaptığı kimi hataların ne kadar büyük olduğunu hepimiz görüyoruz.
Bu kadronun yanına şunu da eklemek gerekli: Bu seneki gibi dangozca işler olmadığı sürece Fenerbahçe’nin bu kupada oynama ihtimali bayağı düşük. Kaç kere lig ikincisi Konferans Ligine gider ki? Fenerbahçe’nin yeri üç aşağı beş yukarı Avrupa Ligi son on altı ve çeyrek final seviyesi, altı başarısızlık üstü başarı. Şampiyonlar Ligine gidince gruptan çıkmak şans, sonuncu olup elenmek başarısızlık. Bence bunların Konferans Ligi karşılığı bir yarı final – ve anormal bir durum olmazsa onu da yapacağız gibi.
Anormal bir durum: Ivan Bebek faciası. “Final Yunanistan’da. Burada bir Türk takımı final oynayamaz” denmeyeceğimizin garantisi yok. Aksine, bence, bunun deneceği garanti. Hal buyken yarı finale bir Yunan takımını eleyip çıkmamıza “izin verilir mi”? Çok da umudum yok ama umutsuz da değilim. Araftayım, karışık hisler içindeyim. Açayım.
Yunan ligi de bizimki gibi para etmez bir lig. Ne Olimpiyakos ne Panatinaykos canı sıkıldıkça Avrupa’da üst turları görüyor. Yani finalin adresi dışında benzer büyüklükte (ve küçüklükteyiz). Korkmamız için bir sebep yok. Dahası, gerçekten uluslararası alanda Fenerbahçe kalibresi üzeri oyunculara sahibiz. Bunu derken kastım 37 yaşındaki Dzeko değil Ferdi. Tadic değil İrfan Can. Bu ikisi de bu sene bir başka oynuyor – ki ben İrfan Can’a bu seneye dek ne küfürler ettim. Herif yetenekli olduğunu hatırladı bir anda.
USG maçında olduğu gibi kuş taşa çarpmasa bile Olimpiyakos’u eleyecek yetenekteyiz. Bizi zorlayan, lig ve kupa arasında bir tercih yapma zorunluluğu doğduğunda hangisini seçeceğimiz olacak bence. Bana kalsa, Avrupa’da kupa ihtimali bu kadar yakınken ligi bırakır, Avrupa’da yüklenirdim. Tamam, uzun zamandır şampiyon olmadık ama anormal bir durum olmadığı sürece bu kupada bir daha yer almayız ve haliyle Avrupa’da bir kupaya da, uzun vadeli düşünmememiz ve buna göre yapılanmamamız yüzünden, bu kadar yakın olamayız. Bunu zorlamak bana daha mantıklı geliyor.
“Sonunda ligi de kupayı da kaybetmek de var” diyebilirsiniz. Doğru. Fakat ben ikisini de deneyemeyeceksek kupayı zorlamamız gerektiğini düşünüyorum. Hal buyken de yarı finale geliyoruz:
Aston Villa bir İngiliz takımı olabilir. Onların başına bela olanlar da ekseriyetle İspanyollar (ve biraz İtalyanlar) da olabilir. Fakat Aston Villa da nihayetinde Aston Villa. En dişli rakip olabilir (veya öyle görünebilir) fakat Liverpool Değil, City değil, Chelsea değil neticede. Dahası, Lille de başlarına bela olabilir ve hiç beklemezken bizden kat kat daha atletik ama görece daha az fazla teknik bir takım çıkabilir karşımıza. Bana sorsanız USG maçındaki ikinci ve üçüncü goller Allah’ın bir lütfuydu. Aston Villa veya Lille maçlarında da başka lütufların olmayacağı ne belli? Hem sadece potansiyel değil anlık durum da önemli. Bir sakat, iki cezalı, bir hasta olur, bir bakarsınız Nordsjaelland maçında bizim başımıza geleni bu defa biz başkasının başına getiririz. Olmaz olmaz demeyelim, olmaz olmaz.
Hem, dahası. Ben Aston Villa çıkınca sevindim bile bir parça. Sebebim şu oldu: Yarı final artık bir karar zamanı. Ligdeki maçları alıp CL mi yapacağız yoksa bu kupayı mı alacağız diye soracaklar onlar da. Lig dedikleri anda ibre bize doğru biraz daha kayar. Ne kadar kayar derseniz başka ama biz de bir şey olacaksak korkup çekinerek değil oynayıp kazanarak olacağız. Değil mi? Finale çıkan her takım, ligi şusu busu ne olursa olsun kazanmaktan başka bir şey düşünmez. Finale Güngörenspor’u koyun, kaçıncı ligde olduğunu bilmediğim takım Süper Lig’de şampiyonluk adayı gibi oynar. Villa hemen üstü veya altındaki rakiple oynayacak olsun 3 gün sonra, fark etmez. Final bu. Tek maç. 90 dakika ve müzede bir kupa. Lille-Aston Villa ikilisiyle final yerine yarı finalde oynamayı bu nedenle tercih ederdim, o da oldu.
Beklentiyi dengeli tutmak şart, uçup kaçmak zaten manasız ama umutsuz olmaya da gerek yok. Gerçekçi olursak bu tur zaten olması gerekendi, oldu. Bundan sonrasında her türlü şansa da, taktiğe de ihtiyacımız var. Umarım hoca başarılı olur, şans da yanımızda olur ve Türkiye, çeyrek asırdan sonra ve bu defa Fenerbahçe eliyle bir kupaya daha sahip olur.