Dün sivil toplum kuruluşlarından bahsederken dernek ve vakıf arasındaki farklardan bahsi başka bir yazıda yapacağımı söylemiştim. Bu yazıya kısaca bu şekilde başlayacak, sonra on vakfın belki dokuzunun amacından bahsedeceğim.
Dernek ve Vakfın Kuruluşu
Kuruluşları itibarıyla dernek ve vakıf tamamen farklıdır: Dernek, en az yedi gerçek kişinin bir araya gelmesiyle kurulabilirken vakıf için vakfedilmiş bir mala ihtiyaç vardır sadece. Yani vakıf kurmak için ne kişi sınırı vardır, ne bunların gerçek kişi olması zorunluluğu. X şirketi de, haliyle, Y vakfını kurdum diyebilir.
Derneği kurmak için önce ekserisi matbu olan, sadece bir kısmının, derneğin amacı ve işleyişinin doldurulması gereken bir evrakın (tüzüğün) çıktısı alınır, yedi kişi bunu imzalar, adresi de beyan ederek dernekler masasına bunu verir ve dernek kurulur.
Vakfın kurulabilmesi için vakıf niyetini bildirir belge Vakıflar Genel Müdürlüğüne verilir, sonra Asliye Hukuk Mahkemesinde tescil yapılır. Her şey tamam olduğunda da Resmi Gazete’de vakıf ilanı yapılır ve vakıf kurulmuş olur.
Dernek ve Vakfın Farkları
Dernekler, ancak kuruldukları amaç için ve (hafızam beni yanıltmıyorsa) izin verildiği ölçüde ticarete girebilir. Bunu yaparken işin görülmesi için gerektiği kadar harcama yapar, kişi istihdam eder, buna göre maaş verirse verir… Ve her sene defterleri didik didik edilir. Vakıflarsa daha bismillah dendiği anda parayla haşır neşirdir. Dilediği gibi ticaret yapar, bu parayı da ekseriyetle dilediği gibi harcar. Defterlerinin denetlenmesi azdır, istihdamından faaliyetlerine, en önemlisi gelirlerinden giderlerine kalemleri pek sorguya çekilmez zira çekilemez: Vakıf zaten hayratın bir türüdür ve “işte biri de vakfetti, biz de lazım oldu şuna buna verdik” deyip işin içinden kolayca çıkılır.
Ve bu, dünyada her yerde böyledir. Vakıflar bir nevi ekonomik dokunulmazlığa, sorgulanmazlığa sahiptir. Bu da bizi başlığa getirir.
Kara Para
Kara paranın ne olduğunu biliyoruz: Kaynağı gösterilemeyen çünkü gayrımeşru yollarla edinilmiş kazanç. Örneğin silah kaçakçılığı, örneğin uyuşturucu ticareti. Bu paranın sisteme dahil edilmesi için birkaç yol var:
- En bilinen ve standardı, örgütün yasal bir işletmeyi paravan olarak kullanarak parayı sisteme yavaş yavaş sokması. Mesela restoran açar, güzellik merkezi açar, ne bileyim nalbur açar. Burada iş yapmış görünür fakat gerçekte yapmaz. İş yapmış göründüğü için vergi verir, başta elinde 100 lira varsa kullanamadığı, atıyorum vergiden sonra 65 lirası kalır ve bunu çatır çutur yer.
- Örgütün inşaat şirketi vardır veya evler dükkanlar alır. Bir dairenin, atıyorum, rayiç bedeli iki milyonken örgüt dört milyon verir, böylece iki milyon da fazladan temizlenmiş olur.
- Sürekli para döngüsü yapılır. Bakkal dükkanı açar, mal alır, aldığı malı sattığını beyanla bankaya para yatırır, sonra bankadan o parayı çekip yeni mal alır, onu satar, daha fazlasını bankaya yatırır…
- Bahis şirketi açar. Ona kazanç diye 10 lira verir, buna 20 lira verir, öbüründen 30 lira kazanır derken “bahis kazancı kardeşim” çeker, bankaya giriş yapar para.
Beşincisi? Vakıflar. Vakıflar, dünyanın her yerinde vergi ve denetimde genişlikten, rahatlıktan faydalanır. “A kişisi 100 lira verdi, B kişisi 300 lira verdi” der. Vakfa para vermek yasadışı değil sorun değil. Vakfın olayı zaten akçeli işler yapmak. “Sana kim, neden para verdi” diye sorulmaz. Sonra vakıf, atıyorum rayici bir milyon olan yeri üç milyona alır, iki sene sonra da beş yüz bine satar bağışçısına, veya bağışçısının kullanımına bırakır, herkes hayatına mutlu mesut devam eder. Bu nedenle de pek çok vakıf, aynı zamanda kara para aklama ve vergi kaçırma aracı olarak kullanılabilmektedir.
Peki, neden derneklerde bu yapılamaz da vakıflarda yapılabilir? Birincisi ve en önemlisi, derneklerin defterleri bir nevi kamu malıdır, kamuya açıktır. Onu sadece vergiciler görmez, herkes görebilir – en azından teoride. İkincisi ilkinin varyetesidir: Vakıfların defterleri kapalıdır. Üçüncüsü, vakıflar zaten akçeli işler için kurulmuştur ve ya vergi muafiyetleri vardır, ya vergi indirimleri. Bu defterleri de vergiciler değil vakıflar genel müdürlükleri denetler. E zaten “bağış geldi, ben de vakfa uygun işlem yaptım” dendi mi iş bitiyor. Neredeyse denetimden muaf bir yapı, alengirleri en aza indirmede muhteşem bir araç.
Excursus: Osmanlı Vakıflar Medeniyeti
Burada konudan ufacık sapacağım. Zaten anlatacaklarımı anlattım, sona da geldik. Finalde, vakıflarla alakalı çok anlatılan bir hikayenin aslını söyleyip bitirmek istedim.
Osmanlı’da saray eşrafı (şereflileri) padişahın kulu. Padişahın kafası mı attı? “Vurun kellesini” der, kellesi gider, oyun da orada biter. Bunun herkes de farkında. Dahası, halkın da malı güvende değil. Günde 3-5 kilo balık tutup bunu satanlar neyse de üç beş para biriktirebilmişler paralarını, mallarını nasıl koruyacak?
Nasıl koruyacak? Tabi ki vakıfla! Yapacak mesela bir cami, bunu vakfedecek, vakfın başına da ailesini koyacak. Ne oldu? Kelle gitse de para ve ailenin geçimi garantiye alınmış oldu. Tabi ki istisnasız her vakıf böyledir demek gülünç olacaktır fakat kimi, belki çoğu vakfın arkasında bu basit gerçek yatar: Ben bugün vakfetmezsem yarın dilenirim. Osmanlı’da saraya yamanmış olanlar ahlak timsali kimseler oldukları için vakfetmediler bu malları yani.
Hem, mesela, vakıfların belki onda dokuzu cami medrese filan. Allah’ın adını verdim, üç beş de hastane filan vakfetseydiniz? Yok.
Neden? Çünkü bugün işe yarayan o gün de işe yarıyordu. “Sen Allah’ın eviyle mi uğraşıyorsun gavur padişah” olacaktı. Kim ne diye bunu göze alsın ki? Hepsi sıra sıra cami dikti, az iyi olanları çeşme filan yaptı, bir şeyleri vakfedip ailelerinin geçimini garantiye aldılar. Hikaye bundan mürekkep.
Son
Bu yazıyı “vakıf demek sadece kara para aklamak, vergi kaçırmak değil vergiden kaçınmak demektir” şeklinde anlayacak aklıevveller olacaktır. Hayır, böyle bir şey söylemedim fakat şunu söyledim: Vakıflar, Osmanlı döneminde ekseriyetle ailenin nafakasını garantiye almak için kullanıldı. Cumhuriyetteyse işler karışık ilerledi. Kimisi ailesinin nafakasını buraya bağladı, kimisi gerçekten hayır için uğraştı (mesela LÖSEV), kimisi kara para aklamak veya vergi kaçırmak için kullandı… Kimin neyi nasıl kullandığını ben bilemem. Bildiğim iki örneği andım. Vakıflar Genel Müdürlüğü bunu bilir, eh kapanan, faaliyetleri dondurulan veya mülklerine/hesaplarına el konulan vakıf da olmadığına göre Türkiye’de hiçbir vakıf bu şerefsiz işlere girmiyor demektir. Çok şükür.