Aslında benim duruşum bellidir: Geri zekalıya zekalıymış gibi davranmak, zekalıya hakarettir ya. Fakat bu konuda geri zekalıları insan yerine koymak, daha doğrusu muhatap almadığım bu kimselerle muhatap olmak zorunda kalanlara bir parça yardımcı olmak istiyorum.
Neden geri zekalı diyorum? Katiyen aşağılama değil. Nasıl Forrest Gump geri zekalıdır, başlıktaki iddiayı dillendirenler de kendisi gibi de ondan. Dahası, “dedemizin mezar taşını okumak”, daha genelinde Osmanlıca için gerekli olan şey, Fars (veya Arap) alfabesini bilip (Arap alfabesinin üstüne dört harf daha koyup) toplam 5-10 kuralı öğrenmekten müteşekkil. Ben gibi ortalama zekaya sahip birisi en fazla bir haftada öğrenir bunu. Geri zekalılar için de olsun olsun bir aylık iş olsun. O da, günde iki harf ve kalan vakitte kuralları öğrenecek kadar beyinsiz olunması durumunda geçerli. Yoksa, alfabeyi görmek iki dakikalık, ezbere almak da iki günlük iş. Kalanı, kural ezberleme ve tekrar.
Bana kalsa kimse bu geri zekalıları muhatap almasın ya işte, o zaman da memleketin belki yarısıyla iletişim kesilecek. Ben kestim, yalan yok. Ama mecburen iletişim kuranlar, benim gibi iletişimi kesme şansı olmayanlar var. Bu yazı esasında onlar için. Bir de denk gelip görecek geri zekalılar için.
Osmanlıca, Arapça ve Farsça
Bu “dedesinin” mezar taşını okuyamayan güruhun helalinden binde dokuz yüz doksan dokuzu Kuran kursuna gitmiştir. İşbu durumda da Arap (ve Fars, ve Afgan, ve Pakistan) alfabesini (alfabelerini) en kötü ihtimalle görmüştür. Kuran kursuna gidip hala dedesinin mezar taşında ne yazdığı hakkında bir fikir sahibi olamayana geri zekalı denmez de ne denir?
Önce şahsi bir not olsun ki biraz daha kolay anlaşılsın: Ben, farklı alfabeleri okumayı severim. Ne okuduğumu bilmem ama Arap, Yahudi, Gürcü, Ermeni, Kiril, Yunan, Kore ve Etiyopya harflerini okuyabilirim. Üstünüze afiyet, rabbım ve milletim affetsin, biraz da saray müziği (veya kimilerince “Türk sanat musıkısi”) yaparım. “Yahu şarkıların sözleri var, neler diyor ki acep?” diyerek Osmanlı vokabülerine biraz girdim vaktinde. “Bu kadar olmuşken eski yazıyı da okuyayım” dedim. Zaten Arapça okumayı biliyordum (yok, Kuran kursundan değil. Kendi kendime öğrendim gitti), Farsça okumayı öğrendiğimde iş bitti.
Hadi diyelim ki ben üstün zekalıyım (ki değilim). Yekunu bir alfabeyle birkaç kural öğrenmekten mürekkep bir işi hala atla deve görenleri anlamam.
Diyeceğim şu: Arapça okumayı bilen biri Osmanlıca okuyamaz zira Osmanlıca, Farsça gibi okunur. Hatta öyle ki “Osmanlıca öğreneyim derken Farsçaya girdim, e Farsça öğreneyim” derseniz iyi kötü öğrenirsiniz. Arapça ise çok farklı bir mecra. Hem Farsçadan daha fazla kuralı var, hem dilin yapısı daha farklı, hem de “bizim dilden daha uzak” ve öğrenmesi daha zor. Farsça da uzak ya, Arapça daha da uzak.
Bu notla esasa geçelim.
Bir Mısra
Latin alfabesine geçişin bir amacı başka bir medeniyete yüzümüzü dönmektiyse bir amacı da dilin düzgün okunup yazılabilir olmasıydı. Dedesinin mezar taşını okuyamayan geri zekalıların kuyruk acısının ilk sebep olduğu açıksa da devam edelim. Bunu da şuradaki Akif’in Asım’ının Osmanlıcasıyla yapalım. Bizim numaralarla 161. sayfayı, Arap numaralarıyla 107. sayfayı açıp ünlü Çanakkale şiirine bakalım. Buyurun, Osmanlıca ilk mısra:
شو بوغاز حربى نه در؟ وار مى كى دنياده اشى؟
İlk kelime: Şu. Bunu kaç şekilde okuyabiliriz? Çok zira elimizde bir ş, bir de v harfi var. Bunların tonla birleşimi var. Şav olabilir mesela. Şev de olabilir zira ikisini de elifle gösteririz ve “gavurlar da okuyabilsin” diye bizim Kuran’lardaki harflerin altındaki üstündeki çizgiler sonradan eklenmiştir.
Devam edelim. Kelime Şuv da olabilir, Arapçada (ve bundan alıntıyla Farsçada) ilk u’yu gösteren v genellikle atlanır. Şov da olabilir zira v harfi, sadece u’yu değil o’yu da gösterebilir.
Dakika bir, gol bir. Şov desek başımız ağrımaz daha ilk kelimede.
Devam. İkinci kelime, boğaz. Ama dümdüz okursanız buğaz dememeniz için zerre miskal sebep yok. Dahası, ğ’den sonra elif var ve elif, Arapçada, uzun okunacağı zaman konur. Bu haliyle Farsça kimi kelimelerde de kendine yer bulmuş. Yani buğaaaz da diyebiliriz burada.
La noliy?
Devam. Üçüncü kelime, harbi. Kelimenin başındaki h, bizdeki gibi yumuşak değil, biraz daha gırtlaktan. Yeterince gırtlaktan değil ama, onun için başka harf var. Harbi derken biraz gırtlaktan söylesenize az hele? Dedesinin mezar taşını okuyamayanlar için dilimizi mi değiştireceğiz şimdi? Dahası. R’den sonra duracağımızın, yani bir sesli harf atmayacağımızın garantisi yok. Oldu mu size, misal, harabi?
Devam. Dördüncü kelime, nedir. Ne derken n harfinden sonra h koyuyoruz. Yetmiyor, d ve r harfleri arka arkaya. Kelimeyi bilmiyorsanız yandınız. Nehdar deseniz başınız ağrımaz.
Devam. Var. Bu kelime, olduğu gibi okunabilecek tek kelime. Mı derken ama, sorun var: Arapçada ı yok. Yani var mi ki diyoruz. Ne kadar güzel, değil mi?
Devam. Dünyada. Arapçada ü’nün olmamasını geçtim, orada u’yu gösterecek bir vav yine yok. Deniyedeh diye okuyabiliriz bunu.
Son kelime: Eşi. Burada da elif var ve e olduğu kadar a olarak da okunabilir. Eşi gitti, aşi geldi.
Okuyalım: Şuv buğaaz harabi nehdar? Var mi ki deniyedeh aşi?
Yahu Allah aşkına, hadi vatan millet Sakarya da demeyeyim, diline azıcık saygısı ve sevgisi olan biri “bana ne. Ben, dilimi değiştirecek, belki mahvedecek de olsa Arap alfabesini istiyorum, alfabenin değişmesini istiyorum” diyebilir? Hadi bunlar var. Tamam. Allah kahretsin ki varlar. E bunların peşine takılan “milliyetçi” taife ne ayaktır?
Ya siz nasıl varlıklarsınız kuzum?
Bir Kelime
Yani bakın, bu mısraya bakmaya da gerek yok. İki harften mürekkep tek bir örnek yeterli:
كل
Bu dedesinin mezar taşını okuyamayanların eski yazıyı okuyabilenlerine şunu bir gösterip sorun: Burada ne yazıyor?
Ne derse yanlışlayabilirsiniz zira burada bir k, bir de l harfi var. Biz, Arapçada g olmadığı için bu k harfini hem k, hem g olarak kullanıyoruz. Bu bir. İkincisi, ilk u’yu gösteren v harfi düşer dedik. Burada, işbu kelimede, üç farklı şey yazıyor: Gül, gel, ve kel. Ne dese diğerini söyleyebilirsiniz ve başınızın ağrımasına gerek kalmaz zira burada üçü birden yazıyor.
Diline, kendine, kendi benliğine saygısı olan biri bu kadar geri zekalı olamaz. Geri zekalı kimsede de kendine saygı olmaz. Kendine saygısı olmayana saygı duymaya da ihtiyaç zaten yoktur.
Hülasa
Bu yazının hülasası zaten baştaydı. Ondan, girişe kısa bir dönüşle bitireyim. “Arapça okuyabilen biri dedesinin mezar taşında ne yazdığı hakkında nasıl fikir sahibi olamaz” diye girip “Arapça ile Farsça, haliyle de Osmanlıca farklı okunur” dedim. Burada bir çelişki görmüş olabilirsiniz fakat yok. Dikkatinizi celbederim abilerim ablalarım, Arapça okuyabilen nasıl okuyamaz demedim, nasıl fikir sahibi olamaz dedim. “Şuv buğaaz harabi nehdar? Var mi ki deniyedeh aşi?” diye okuyan biri, IQ’su ayakkabı numarasından büyükse, “burada şuv demez, şu der demek ki. Buğaaz da boğaz olsa gerek” diyerek bir çıkarım yapabilir. Bundan sonrası zaten, vokabüler edinip kelimelerin yazılışını öğrenmek, sonra da okuma hızını artırmak.
Lütfen, şuncacık şeyi yapamayan veya ideolojik saikle geri zekalılığını kusmaya inatla devam edenleri ciddiye almayın. Sadece yukarıdaki gül-gel-kel örneğini gösterip “sen ne ayaksın la değişik?” deyip geçin. Daha fazla ciddiye alınacak bir tarafları yok çünkü.