Merih Demiral Avusturya maçında bozkurt yaptı, galibiyete sevinirken birden kendimiz tartışmaların içinde bulduk. Bu yazıda biraz teoriye gireceğim ve üç soru soracağım: 1) Bir şey ne zaman siyasidir? 2) Bir şeyin anlamını ne belirler? 3) Durun, onu yazının sonunda görelim.
Siyasalın Alanı (Domain of the Political)
Dönüp dönüp kendisine referans vermekten darlansam da kendimizi yine Carl Schmitt’ten bir alıntıyı okurken buluyoruz. Siyasal Konsepti isimli kitabında Schmitt, siyasal olanı insanları dost ve düşman olarak ayıran şeklinde tanımlıyor. Bu fazla realist ve sert tanım, ilginçtir, hayatın gerçekliğine de, belki biraz da durduğunuz yere göre, uymaktadır: Siyasi olanı insanları birbirine düşman edebilecek olan şeklinde tanımladığınızda ne çok şeyin siyasetin içinde olmadığını, ne saçma şeylerin de siyasetin parçası olduğunu görürsünüz.
Örneklemeden önce Schmitt’ten devam edelim. Alman abimiz, özetle ve mealen demektedir ki estetiğin alanı bellidir: Güzel ve çirkin. Matematiğin de, fiziğin de alanları bellidir. Siyasetin de kendi alanı olmalıdır, siyasal olandan bahsettiğimizde belli bir şeyden bahsediyor olmalıyızdır. Siyasal olanı net bir şekilde diğer her şeyden ayıracak olan nedir? Siyaseti dostluk ve düşmanlık, rakiplik değil düşmanlık zeminine çekmek.
2000’li yılları yaşayan bizler ilginç bir şey gördük. Ülker Cola Turka diye bir şey çıkardı ve bir anda Fethullahçılar, “mütedeyyin” diğer tayfa, beraberlerinde “milliyetçi-mukaddesatçılar” fakat asla “sadece” “milliyetçiler” değil, Cola Turka içenin vatanperver, Coca Cola içenin vatan haini olduğunu söyleyip satmaya başladı. Bakınız, altı üstü akşam eve giderken mandalina-çekirdeğin yanına çay yerine başka bir şey içelim diyor, markete giriyor ve siyah kola alıyorsunuz ve bir anda din düşmanı, vatan millet düşmanı, Allah düşmanı biri oluyorsunuz.
Bu, Fethullahçıların ülkedeki ilk bu derece büyük algı çalışmasıydı ve inanır mısınız, başarılı da oldu. Bir şekilde bu cins tayfayla iletişim kuran veya kurmak zorunda olan ben gibi zavallılar bu geri zekalıca neymiş, ahlaksız şeyle yaşadık. Bir marka, artık neden bilmem, kar etsin diye insanları vatan haini ilan edebildiğini gördü Fethullahçı tayfa. Eh, bu yollarda beraber yürüdükleri de bu taktiği sevip beğendi ve uyguladı o zamandan sonra. Sene 2004-2005 filan. Düşünebiliyor musun? Daha yepisyeni bir iktidar, ekonomik krizden çıkmakta olan bir ülke, ve sıradan vatandaşı alakasız bir sebeple belki en büyük medeni suçla suçlama.
Tereyağı siyasal değildir çünkü kimse tereyağı yediği veya yemediği için, veya X yerine Y tereyağını tükettiği için vatan haini olmaz.
Henüz.
Siyasal İletişim
Neredeyse bir asır önce, Berlin sokaklarında insanları, parmakları birbirine yapışık şekilde olan sağ elinizi hafifçe havaya kalmış şekilde öne uzatarak selamlardınız. Bugün Berlin sokaklarında bu hareketi yapmanız durumunda en yakın karakolun nerede olduğunu öğrenirsiniz.
20. asrın başında insanlık iletişimde bambaşka bir boyuta ulaştı. Gazetelerin ve mecmuaların yanına telgraf ve telefon geldi. Bu kadar hızlı iletişimin sonucu olarak hareket halindeki bilgi arttı, bilgi artınca da bu bilgiyi yönetip yönlendirme ihtiyacı doğdu. Bakınız tarihe, yüzyılın başında pek çok ülkede halkı doğru bilgilendirmeyle alakalı bir bakanlık veya ofis bulursunuz. Propaganda bakanlığı, namı diğer iletişim ofisi.
Siyasal iletişim atla deve değildir. Bernays’in ta 1928’de yazdığı propaga kitabını okumak bile yeterlidir. Literatürü takip etmenize, yeni metotlar aramanıza, hatta danışmanlık almanıza bile gerek yoktur. Tek bir şeye ihtiyacınız vardır: Yeterince midesiz ve ahlaksız olabilmek. Eğer yeterince ahlaksız olabilirseniz, altı üstü koladan vatan haini çıkarmayı başarabilirsiniz.
Cola Turka tabi ki “müslümanların içeceği” olarak satmadı kendini – resmi olarak. Tıpkı Abdullah Gül “seçilirken” “ilk müslüman cumhurbaşkanını seçiyoruz” denmediği gibi – resmi olarak. O günlerden geçenler iyi hatırlar nasıl da ilk müslüman cumhurbaşkanının seçildiğini. “Özal, peki, sizce neydi” deyince sorunca mavi ekran verenlerin partinin “dindar” tabanından olduğunu, “ya şimdi” diyenlerin DYP-ANAP tabanından olduğunu anlıyorduk. Yaşım 21, uğraştığım tipler…
Türkiye’de siyasal iletişimin temelinde sözler değil simgeler bulunur. Hemen her yerde de durum benzerdir. Eh, matbaa hiç gelmese hayatında hiçbir değişiklik olmayacak Osmanlı’dan beridir buralarda okumak gibi kötü alışkanlıklarımız, aman evlerden ırak, elhamdülillah ki yok. Düşünme eylemi de, sübhanallah, kulak ve mabad arasında cereyan ediyor, beyinlerin jelatini henüz açılmamış pırıl pırıl, bize de kala kala bir gördüklerimiz, bir duyduklarımız, bir de bunların anal-izinde bulduklarımız kalıyor. Boşuna mı televizyonda değil sokakta müslüman kolası dediler? Boşuna mı televizyonda değil sokakta ilk müslüman cumhurbaşkanı dediler? Simge olacak bir şey yoktu, sadece söylem vardı ve bazı söylemlerin bir zamanlar midesizlik olduğu kabul ediliyor, bu yüzden üstü örtük şekilde, gerilla taktiğiyle yayılıyordu.
Simgeler
Bir tanım yaparken iki şeye dikkat ederiz: Bir yandan tanımladığımız şeyin ne olduğunu gösterirken diğer yandan onun ne olmadığını anlatırız.
On sene öncesine gidelim. Erdoğan meydan meydan geziyor, Mısır’da öldürülen bir kıza ağlıyor Türkiye’de öldürülen bir çocuğu kalabalıklara yuhalattıktan sonra. Bu arada da o güne dek görmediğimiz, saçma sapan bir şekilde insanları selamlıyor: Baş parmak avuç içinde, dört parmak açık. Müslüm bros örgütünün selamlamasıymış.
Yeterince uzun bir zaman bu selamlama müslüm bros örgütünün selamlaması olarak kaldı. Sonra ekonomi bozulmaya başladı, milliyetçilik satmak gerekti ve birden “bu dört, tek dil, tek vatan, tek bilmem ne” anlamına gelmeye başladı. Başbakanlık sarayı yapılmaya başlayınca Aksaraydı adı. Hatta başbakan, yapının kaçak olduğunu iddia eden mahkemeye “gücünüz yetiyorsa gelin yıkın” diyerek ne kadar muktedir olduğunu, Fransız Lui abimizden misal “l’devlet c’est benim” dercesine göstermişti. Ekonomi, tabi, birden bunu da değiştirdi. Bizzat başbakanın ağzından Aksaray olarak sunulan isim külliye olarak değiştirildi, saray diyenlerin nasıl namussuz ve haysiyetsiz kişiler olduğu tüm partice tekrarlanır oldu.
Saraya saray diyen kişi bir tanım yapar, külliye diyenin yaptığı gibi. Bin yıllık Esat adına Esat diyen bir tanım yapar, Esed diyenin yaptığı gibi. Zamanının başbakanıyken partisine AKP diyenleri edepsizlikle suçlamıştı Erdoğan. AKP diyen bir kişi tanım yapar, Akparti diyenin yaptığı gibi. Ve bu örneklerin tümü aynı zamanda simgedir. Bana dört parmak gösteren birinin AKP’li olduğunu anlarım. Başka zaman veya mekanda başka anlamının olması önemsizdir.
%99’u müslüman ülkede, hadi cevabı kendinize verin, otobüste biraz seslice tekbir getirsem otobüste neler olur?
Tekbir de bir simgedir. “Ama onun aslı şudur, manası budur, kullanımı şöyledir” denmesi önemsiz. Ben de biliyorum bunların hepsini. Otobüste tekbir getirdiğimde aklımıza gelen şey bunlar değilse en iyi ihtimalle ikili anlamı olduğunu söylememiz gerekir, birinin doğru birinin yanlış olduğunu değil.
Bozkurt (İşareti)
Üç şeyi biliyoruz:
- İşaret ve serçe parmağı kalkık, kalan üç parmak bitişik/kapalı el işareti, Türklük denilen mefhumdan da eski ve ta Japonya’dan Mısır’a dek uzanan geniş coğrafyada, hem de antika zamanda kullanılmış.
- “Bozkurt işareti” dini bir işaret. Japonya’da tanrıların habercileri olan tilkileri simgeliyor, Budizm’de kötü ruhları defetmeyi. Eski Türkler bunu kullandı mı, kullandıysa nasıl kullandı, bunu bilmiyoruz.
- Dini simgeler bir defa doğduklarında kaybolmazlar. Anlamları değişebilir, zaman ve mekan (yani bağlam) değişince içerik de değişebilir fakat şekil, kendisini yok edebilecek baskınlıkta bir alternatif gelmedikçe, yok olmaz.
Peki, dini simgeler ardından seküler veya milli simgelere dönüşür mü? Hayır. Anlamı tamamen unutulmuş veya kasti ve bilinçli olarak seçilmiş olanlardan ayrı dini simgeler seküler ve milli simgeler halini almıyor. Bu bize iki şey söylüyor: 1) Bizim “milli” işaretimizin kökünde dini bir şeyler olmalı eğer orijinalse, ve 2) aradaki süreyi ve kültürel benzerliklerle farklılıkları düşününce bu “binlerce yıllık” milli işaretin, Türkiye’deki kadar değilse bile modern bir icat olduğunu.
Ne demek istiyorum? Özetle şunu: 200 sene önce herhangi bir Türk’e bu binlerce yıllık Türklük simgesi işareti gösterdiğinizde size ne şekilde bakacağı belirsiz. Zaten Türk denen şeyin bir kimlik halini alması ancak Ruslar Orta Asya’yı (da) kapattıktan sonra oluyor ve bugünkü pek çok şey, Rus altına girmiş “bizimkilerin” kurtuluş mücadelesinin parçası olarak ortaya çıkıyor. Böyle okuduğumuzda ve geneli düşündüğümüzde “bizde kurt önemli hayvan. Bak, bu da kurt başına da benziyor. Bence biz birbirimizi böyle selamlayalım” denmiş olabilir bir grup tarafından. Bilmiyorum. Şunuysa biliyorum: 200 yıl önce böyle bir işaret yoktu zira 200 yıl önce Türk diye bir şey bugünkü anlamı, önemi ve şekliyle yoktu. Olmasını beklemek abestir zaten – ve tam da bu nedenle 69 IQ’lu memleketim insanı, 200 de değil, 2000 yıl önce Türklük şuuru ve bilinciyle hareket eden milyonlar olduğunu düşünmekte.
Bozkurt ve MHP
Bozkurt ile bozkurt işareti farklı şeylerdir. Burası net. Bozkurt işareti bozkurttan daha yeni bir icattır, burası da tamam. Bu işaretin bize gelişi bundan da yenidir, bunda da mutabıkız. Bu işaret MHP’nin işareti olarak bizde yer buldu, bunda da sanırım hemfikiriz. Sorumuz açık o halde: Bu işaretle arası olmayanlar nasıl vatan haini oluyor?
Çünkü siyasal olan insanları dost ve düşman olarak ayırır. Etten geçeli çok oldu, tavuğa et diyenler doldu, peynir bile lükse döndü. Haliyle protein almayan, karbonhidratla beslenen ve ne olur ne olmaz diye beyninin jelatinini dahi açmadan yaşayan kitle için MHP’nin simgesini kullanmamak tabi ki vatana ihanet, PKK’lılık, vesaire olabilir. E, sizin peşinde dolandığınız cumbaba, kendisine bozkurt yapılmasını cumbabaya hakaret olarak almış ve yapanı yargılatmış?
O ki Türklük simgesi, neden ülke ayağa kalkmadı? O ki Türklük simgesi, neden o gün, tıpkı bugün gibi, MHP’lilerden başka kimse kullanmıyor? O ki Türklük simgesi, yahu bu Türklük MHP’nin tekelinde miydi ki “siz bunu kullanamazsınız” demedi kimse?
Çünkü bozkurt başka, bozkurt işareti başka. Bize anlatılmaya çalışılansa aşağı yukarı şu: Sen tekbir duyunca korkabilirsin, aklına bazı şeyler gelebilir ama hayır! Tekbir çok güzel bir şeydir, İslam da öyledir ve sen bunu kabul etmezsen şerefsizin birisin.
Siyasi parti siyasi partidir, siyasi parti simgesi siyasi parti simgesidir. Ben MHP’nin simgesini yapmadım veya sevmiyorum diye vatan haini olmam ama bana bu ithamda bulunanlar vatan haininin ta kendisi olurlar. Yaşım 40, 40 senedir MHP’liler dışında kimsenin elinde böyle bir şey görmemişim, yarın MHP ve MHP’den doğma particikler kapatılsa ve yenileri açılmasa 10 sene sonra unutulup gidecek ama Türklük simgesi. Öyle mi gerçekten?
Bakın çok şeyi kaldırabilirim ama sevdiklerime maddi veya manevi zararı ve zekama hakaret edilmesini kaldıramam. Herkesi kendiniz gibi 69 IQ’ya Einstein diye bakan, deniz anasıyla satranç oynadığında pat bitirmeye sevinen kimse sanmayın. Rica ediyorum.