Yurtta kalmak zordur. Her odada dörder kişiden on sekiz odalı bir katta yetmiş iki kişi yaşar ve tümünüz, toplam altı tuvaleti kullanırsınız – aganın pohunun üstüne poh olmayan dünyada, sizin pohunuzun üstüne on bir kişininki düşer. Duşta da durum aynıdır. Memleketin yedi iklim dört köşesinden gelen bunca bebe, gelirken yanlarında virüslerini ve mikroplarını da getirir. İstatistiği var mıdır hala merak ederim: Yurtta kalmış kimselerin bağışıklığı öyle gelişir ki bence, bunlar kolay kolay ne hastalanır, ne ölür. Buyrun size bir bitirme tezi konusu.
Tabi ki yurdun tek zorluğu tuvaletlerle banyo değil. Bu daha başlangıç. Esas sorun, yurtta bireysel alanın olmaması. Oda dört kişilik ve her an birileri var. Odada daraldığınızda koridora çıktınız, her an hareketli. Yangın merdivenine gittiniz, aynı. Diğer merdivene gittiniz, aynı. “Çatıya çıkayım” deseniz her sene birileri intihar ettiğinden çatılar kilitli. Mutfağa oturdunuz, üç çamaşır bir kurutma makinesinden mürekkep çamaşırhanede dahi huzur yok.
Fakat bunların en kötüsü, yurdun insanı, en azından ve en kötü ihtimalle bir parça, komünal bir hayata itmesi. Yurtta iç organlarınızdan başka her şey başkalarınca, bilerek veya bilmeyerek, sorarak veya sormayarak, rızanızla veya rızanız hilafına… kullanılabilir. Her şey – bila istisna her şey: Yastığınız, yorganınız, hatta yatağınız; gömleğiniz, kazağınız, pantolonunuz, ceketiniz, çorabınız; sabununuz, diş macununuz, şampuanınız… aklınıza gelebilecek her şey.
İnsan nisyanla maluldür demişler. Alışıyorsunuz ekseriyetle. Fakat bir an geliyor, patlıyorsunuz. İşte Hamza’ya da tam bu olmuştu.
Öğle vaktiydi. Sinirle odaya girdi, “sigara var mı” diye sordu. Var dedim, eldeki indirimli Kemıl paketini uzattım. Aldı, yaktı. Hamza’nın siniri garipti. Biz bağırır çağırırız ya mesela, o suskunlaşıyordu önce. Sonra hafifçe ve çok kısa bir süre kekeliyor, ardından sinirini gösteriyordu. Yeni yıkanmış yüzünde kalan kurumamış damlaları sildi, “s.kicem .mına koyim ya” dedi, “lan, lan” derken kekeledi ve anlattı:
Önceki günü çok güzel geçirmiş. S.çtım dediği sınavda hep bildiği yerden sormuşlar, hepsini bir güzel yazmış anlatmış. Çıkışta bölümdeki güzel bir kızla çarşıya yürümüş, yürümüşlerken yemek yemeye karar vermişler. O ara sigarası bitmiş, kıza şekil olsun diye de başka zaman bizim gibi indirimden Kemıl ya da Finstın alan adam Malboro almış. Kızla yemek yemişler, çıkışta da sinemaya gitmişler. Sinema dediğim, Fizik’teki sinema. Hani vizyondaki filmlerin ancak üç beş ay sonra, o da bir haftalığına uğrayabildiği sinema. Sebebi malum, anlatmaya gerek yok.
Akşam çıkınca da kızı bırakmış yurduna, yurda gelmiş. Sonrasını biraz biliyorum: Kağıda oturduk, ikimiz ortaktık. Kazandık. Fakat bir detay ilgimi çekti o anda: Akşam kağıda oturduğumuzda sigaram bitti, almayı unuttum demişti bu? Ne ayak?
“Ulan onu söylüyorum zaten. Siz i.neler Malboro bulunca anasını s.kersiniz, biliyorum. Ondan, önce dolaba sakladım. Gece yatarken de aldım, yastığın altına koydum. Ya .mına koyim, bir insan sigara ararken yastığın altına mı bakar? Uyuyorum orada ya, uyuyorum. Hadi baktı, sapıktır bakar. Lan bir insan yastığın altındaki paketi nasıl çalar? Bak onu da geçtim. Tamam, çal. Hadi çaldın. Çal. Çal lan çal, çal .mına koyim çal. Ama bir tane bana bırak. Herif paketi almış, yerine parasını koymuş. Ya senin paranı s.kiyim ben ya. Paranı isteyen yok, sabah kalkınca yakayım diye bir dal bırak yeter ya. Sen ne biçim insansın ya? O.ospuya bahşiş bırakır gibi para bırakmak nedir ya?”
Paketi çalanın kim olduğunu bilmediğinden ana avrat sövemediyse de mesajı almıştım. Yok, çalan ben değildim. Ben olsam zaten bana gelmezdi. Akıllı adamdı, çalışkandı, vatanperverdi. Memlekette AKP örgütü değil herhangi bir parti olsaydı başta, şimdiye vali filan olmuştu herhalde. Şimdi nerededir, ne yapmaktadır bilmem.
Hasılı, demem o ki, birinin paketini çalıyorsanız çalın. Ama, o.ospuya bahşiş bırakır gibi parasını değil, sabah yakmak için bir dal bırakın. Terbiyesizlik yapmayın.