“Halk Musa’nın dağdan inmediğini, geciktiğini görünce, Harun’un çevresine toplandı. Ona, “Kalk, bize öncülük edecek bir ilah yap” dediler, “Bizi Mısır’dan çıkaran adama, Musa’ya ne oldu bilmiyoruz!”
Harun, “Karılarınızın, oğullarınızın, kızlarınızın kulağındaki altın küpeleri çıkarıp bana getirin” dedi. Herkes kulağındaki küpeyi çıkarıp Harun’a getirdi. Harun altınları topladı, oymacı aletiyle buzağı biçiminde dökme bir put yaptı. Halk, “Ey İsrailliler, sizi Mısır’dan çıkaran Tanrınız budur!” dedi.
Harun bunu görünce, buzağının önünde bir sunak yaptı ve, “Yarın RAB’bin onuruna bayram olacak” diye ilan etti. Ertesi gün halk erkenden kalkıp yakmalık sunular sundu, esenlik sunuları getirdi. Yiyip içmeye oturdu, sonra kalkıp çılgınca eğlendi.
RAB Musa’ya, “Aşağı in” dedi, “Mısır’dan çıkardığın halkın baştan çıktı. Buyurduğum yoldan hemen saptılar. Kendilerine dökme bir buzağı yaparak önünde tapındılar, kurban kestiler. ‘Ey İsrailliler, sizi Mısır’dan çıkaran ilahınız budur!’ dediler.”
Yukarıdaki hikaye, Eski Ahit’in ikinci kitabı Mısır’dan Çıkış’tan alındı. Hepimizin bildiği bir hikaye olduğunu düşünüyorum. Gelin bu hikayeye biraz bakalım, birkaç bir şey öğrenelim.
Boğa
Boğa, antik insanlar için muhteşem bir hayvan. Çılgına dönüyorlar boğa gördüler mi. O derece ki Hindistan’dan Anadolu’ya, Mısır’dan Mezopotamya’ya antik adamın coştuğu her yerde boğalar karşımıza çıkıyor. Öyle ki Fransa’daki bilmem kaç bin yıllık mağara resimlerinde dahi boğaları buluyoruz. Böylesi enteresan bir hayvan.
Boğa iki türlü resmediliyor. Bunların birinde boynuzlarının arasında bir daire var:
Yukarıdaki iki gösterim, temelinde Mısır’dan miras. Bir de boğanın boynuzlarının bir hilal olarak gösterimi var:
Bu türlü gösterimse Mezopotamya ve Anadolu’da yaygın.
Boğanın anlamı üzerinde kesin bir uzlaşı yok. Genelde yaz ile bir bağlantısı olduğu düşünülüyor ve ben buna katılıyorum, fakat beraberinde tanrısal bir figür yerine bir hayvan olarak üremeyle alakalı olduğunu da düşünmek istiyorum.
Gılgamış Destanı
Konumuza dönelim bu küçük nottan sonra.
Elimizde şöyle kesin bir bilgi var: Eski Ahit’teki neredeyse bütün hikayeler Sümer’den araklanmış, hele ki ilk kitap (Yaratılış Kitabı) sıfır referansla Sümer’den direkt çalınmış. Torah (ilk beş kitap) zaten pek çok yerde çalıntı ama Tevrat’ın ilk kitabı direkt, olduğu gibi, tümüyle çalıntı.
Girişteki alıntı da Tevrat içinden. Bu demek oluyor ki bu boğaya tapınma ve birinin boğayı bozması olayını bir şekilde Sümer’de bulabiliriz – nitekim buluyoruz da. Dünyanın bildiğimiz en eski destanı olan Gılgamış’ta bir boğa hikayesi var!
Destana göre İnanna, biraz da sinir ve öfkeyle, Göklerdeki Boğa’yı Gılgamış ve ortağı, arkadaşı, yancısı, dostu… Enkidu’nun üzerine salıyor. Bu ikili de durur mu, yapıyorlar oyunlarını, yere çalıyorlar boğayı, sonra Gılgamış öldürüyor hayvanı. İnanna “ne yaptınız siz şerefsizler” deyince de Enkidu sinirleniyor, kesiyor boğanın bacağını, atıyor İnanna’nın suratına.
Tabi tanrılarla böyle oynamak olmaz. Sonunda Enkidu ölüyor, daha doğrusu öldürülüyor fakat bu bize bu şekilde söylenmiyor, ve destan devam ediyor.
Sümer’deki bu destan biraz eklemeyle Akad ve Babil’de de varlığını sürdürüyor. Fakat esas hikaye hiç değişmiyor. Hala okumadıysanız, dilerseniz yalvarabilirim bile, okuyun. Hayatınızda okuyacağınız en güzel destan bu olabilir. Üç kere okudum, dördüncüye hazırlanıyorum. Bitirmem gereken dört kitap kaldı, onlardan sonra bir daha başlayacağım.
Gılgamış’taki bu hikayenin bizimle alakası ne?
Şu: Gılgamış, koca bir tanrıyı öldürüyor. O tanrı ki An’ın, tanrıların kralının, tek olanın boğasını öldürüyor. “Tanrılara isyan ediyor”. Zaten Tevrat da bize bunu söylüyor. Bakın Tevrat’taki hikayenin devamı neymiş:
RAB Musa’ya, “Bu halkın ne inatçı olduğunu biliyorum” dedi, “Şimdi bana engel olma, bırak öfkem alevlensin, onları yok edeyim. Sonra seni büyük bir ulus yapacağım.”
Musa Tanrısı RAB’be yalvardı: “Ya RAB, niçin kendi halkına karşı öfken alevlensin? Onları Mısır’dan büyük kudretinle, güçlü elinle çıkardın. Neden Mısırlılar, ‘Tanrı kötü amaçla, dağlarda öldürmek, yeryüzünden silmek için onları Mısır’dan çıkardı’ desinler? Öfkelenme, vazgeç halkına yapacağın kötülükten. Kulların İbrahim’i, İshak’ı, İsrail’i anımsa. Onlara kendi üzerine ant içtin, ‘Soyunuzu gökteki yıldızlar kadar çoğaltacağım. Söz verdiğim bu ülkenin tümünü soyunuza vereceğim. Sonsuza dek onlara miras olacak’ dedin.” Böylece RAB halkına yapacağını söylediği kötülükten vazgeçti.
Hikaye burada bitmiyor. Sonra Musa da kızıyor, 3.000 Yahudi öldürülüyor filan.
Gılgamış İnanna’yı kızdırıyor, kendisine kardeş bildiği Enkidu ölüyor. Harun önderliğinde Yahudiler “RAB’bi” kızdırıyor, Yahudilerden 3.000 kişi ölüyor. Tesadüf sadece, değil mi? Boğa, tanrı, tanrının kızması, ihanet, ölüm…
Fakat bu kadar değil. Dahası da var. Fakat bence tatlı bir not olarak son olarak şunu diyeyim: Gılgamış Uruk’un kralı. Uruk da İnanna’nın şehri. Herif gitmiş, kendi tanrısına kafa tutmuş.
Boynuz, Ay, ve Tanrı
Aşağıdaki mühre bir bakın:
Gördüğünüz dört insan da birer tanrı ve hepsinin kafasındaki şapkalarda boynuzlar var. Ne kadar çok boynuz, o kadar üstün tanrı. Ne kadar sağda yerleşik, o kadar üstün tanrı. Hoş, bu mühürde bir istisna var: İsimud, emrinde çalıştığı Enki’nin sağında. Biz İsimud’un Enki’den aşağıda olduğunu zaten biliyoruz, o yönden sıkıntı yok. Zaten esas mevzu İnanna ve Enki arasında geçiyor.
Mühür üstüne bir not daha düşüp konuya dönelim: Enki’nin ayaklarının altında gördüğünüz bir boğa veya buzağı değil. Bir ceylan. Mecnun’un ceylanı.
Başlayalım. Sümer ve ardılları, tanrıları boynuzla göstererek bize iki şeyi söylüyor. Bunların ilki boğanın kutsallığı. İkincisiyse boğanın boynuzlarıyla resmedilen ay, ayın hilal hali. Ne zaman ki boynuzlar arasında bir daire oluyor, o zaman ay gidip güneş geliyor ama bizim için, başta da dediğim üzere, önemli olan ay.
Ayın olayı nedir?
Sonradan Sin olacak Nanna, ay tanrısı. Dikkat buyurun, tanrıçası değil tanrısı. Hatta bizim buralardan kendisi. Sendikalı değil Harranlı.
Sin, kanatlı bir boğaya binen, güneş tanrısının ve İnanna’nın babası olan bir arkadaşımız. Babası Enlil, eşi Ningal. Aileye gel, ey maşallah…
Nanna’ya/Sin’e bir bakalım:
Şapkasında hiç boynuz yok. Enteresan, değil mi?
Değil. Çünkü oturan kişi Nanna değil. O ay Nanna.
Nanna/Sin kanatlı boğaya biniyor dedik fakat bu kadar değil. Bunun babası da göklerin (İng. heavens) boğası.
Sin, Babil’in politik üstünlüğü olunca, panteonun bir numarası oluyor ve ay kültü uzun süre, hatta çok uzun süre devam ediyor. “Musa’nın” yaşadığı dönemde de Sin kültü bayağı baskın, üstüne boğa da hala bayağı sevilen bir abimiz. Yahudiler boğaya tapınarak o günün “gözde” dinine dönüyorlar, sonraki hikayeyi zaten biliyoruz.
Bunlar sizi kesmedi mi? En güzelini sona sakladım.
Malku-Molek-Melek
Eski Ahit’i biraz da transliterasyonundan okuyup aradan kelime kapmaya çalışanlar fark etmiştir ki melek kelimesi aynen geçer ve anlamı kraldır. İslam da bunu aynı şekilde almış, Enuma Eliş’e referans vermeden de kullanmış ve eskinin tanrılarını melek olarak Allah’ın hizmetine vermiş. Hey gidi…
Peki, kelime nereden türemiş? Malkudan. Malku da, Araplar ve Yahudiler gibi Semitik olan Akadlardan miras kalmış.
Tevrat’ta şöyle bir sorun bulunur: Sümer-Akad-Babil sırasını izlemezler. Yani bir şeyi çaldılar ya, o şeyi çalış tarihleri kronolojik bir sıra izlemez. Ne zaman bulmuşlarsa o zaman çalarlar. İşte bu Molek mevzu da böyle.
Molek, Kenan’da, yani Levant’ta (İsrail-Lübnan) bir tanrı. Sizce nasıl resmediliyor?
Bildiniz. Boğa olarak.
Hatırlayalım: Dinler bir yerde doğar, sonra başka yerlere gitmeye başlayınca mana (genellikle) aynı kalır (fakat gücünü kaybetmeye başlar) ama şekiller değişir, şekiller değişince mana da sonradan değişmeye başlar. Levant’ta tanrı boğa oluyor.
Neden? E demiştik ya: Nanna ve babası Enlil. Enlil, An’dan sonra panteonun tepesindeki kişi. Üçlünün birincisi (diğer ikisi Enki ve İnanna).
Yani sözün kısası, Musa’yı ve “RAB’bini” kızdıran boğa, Mısır’dan çıkarken Yahudilerin “ya başlatma rabbine filan, bak ileride boğa varmış, ona tapınalım. Kralız boolum” diye gezmelerinin sonucu ortaya çıkan boğa. Levant’ın, “yeni yurdun” boğası. Onu öldürerek “RAB” yeni yurtta kendilerine tapınmalarının yolunu açıyor.
Hadi bu uzun hikayeyi komik bir sonla bitirelim.
Süleyman’ın Boğaları
Aradan zaman geçmiş, Süleyman Levant’ta kendi krallığını kurmuş. Bir de saray yaptırıyor. Bu sarayın havuzu neyin üstünde duruyor?
“Havuz üçü kuzeye, üçü batıya, üçü güneye, üçü de doğuya bakan on iki boğa heykeli üzerine oturtulmuştu. Boğaların sağrıları içe dönüktü.”
Asırlar geçmiş ama boğa hala olduğu yerde. Bir zamanlar kül edilip Yahudilere içirilen boğa, kanlarına nasıl işlemişse Süleyman’ın havuzunda karşımıza çıkıyor. Şaka gibi değil mi?
Hadi bu da son olsun: Neden 12?
Çünkü 12; 2, 3, 4, 6 sayılarına bölünebilen, haliyle 360’ı tam bölen, yalnızca zamanı değil coğrafyayı da anlamamıza yardımcı olan en küçük büyük sayı. 12 bize, pek çok şey gibi, Sümer’den miras. Sümer bize 12 takımyıldızdan (burçtan) bahsediyor, sonra o kutsallık geliyor, ta 12 imama bile ulaşıyor.
Hülasa
Bu altın buzağı/boğa olayını Mısır’a bağlarlar genelde, ama bence bu yanlış zira Musa’nın Mısır’la alakası en fazla (o da gerçekse tabi) Mısır’da bir vakit bulunması. Herifin “dini” olduğu gibi Sümer’den alınma. Levant’taki boğa kültü de Sümer’den ithal, boğanın kendisi de, boynuzları da, tanrısallığı da…
Hasılı, eğer bu altın buzağı mevzuna ilginiz varsa Mısır yerine Sümer’e bakın daha iyi bence. En azından daha güzel şeyler bulursunuz.