Üstünüze afiyet, vakti zamanında hanımla Paris’e gitmiştik biz. Genciz, kanımız kaynıyor. Gezmek, farklı yerler görmek istiyoruz tabi. Benim hanım bulabileceğiniz en iyi turist rehberidir. En beğenilen restoranlar hangileridir, hangi otel gerçekten temizdir, nerelerde yürünür nerelerde yürünmez, orada bulunduğunuz sürede görmeniz gereken şeyler nelerdir, hepsine vakit yoksa hangileri önceliklidir… Hepsini haftalarca araştırır.
Bir restoran bulmuş. Restoran dediğim, masası bile yoktu galiba. Ya da biz oturmadık masada, sandviç alıp çıktık. Dükkanın önünde kocaman kuyruk. Millet birbirini eziyor iki lokma şey yiyeceğim diye. Dükkandan “hepinize yetecek kadar var, raad olun ellaam” deseler de önemsiz.
Bu restoran, doğru hatırlıyorsam, Yunan bir amcanın restoranı. Kendi hayatta mıdır bilinmez. Fransa’ya ilk geldiğinde tezgahta yapmaya başlamış yemekleri. Sonra araba almış, Vosvos karavan gibi bir şey, orada devam etmiş. Seneler sonra da avcı-toplayıcılıktan yerleşik hayata geçmiş. O gün bugündür barbar değil medeni.
Soru: Bu dükkanın başlangıcı ne zamandan? Tezgahtan mı başlatacağız restoranın tarihini, dükkandan mı?
Bu 1959 öncesi şampiyonluklar mevzu, bence, buna benziyor. Argümanlar da, karşı-argümanlar da bu örnek üzerinden aynı şekilde kalıyor. Mesela,
- Gazozuna maçlar: El arabasında sattığın yemekten ne olur? Hijyen bile yok.
- Elli tane şampiyon var: O sokakta (veya şehirde) başka tezgahlar da restoranlaştı. Dahası, sen tezgahtayken başkası çoktan dükkanını açıp şehirli olmuştu.
- Profesyonelliğin şartları var: Sen tezgahta sanayi tipi ocak kullanmadın. Sen Abdülhamit’i savundun!
- Deplasman yok veya bugünkü gibi organize değil: Sen kaç lira vergi verdin tezgahtayken?
- Sadece üç şehirden takım var: Senin sokaktaki tek tezgah/restoran sensin.
Aklıma gelen beş karşı fikri sundum. Taraf fikirler üretmesi daha kolay, ondan geçiyorum onları.
Şimdi kim haklı? Tarihi tezgahtan başlatanlar mı, restorandan başlatanlar mı?
Bir Saçmalık: Yıldız ve Para Sistemi
İşin içinde para ve “apolet” olayı olmasa kimsenin “bu 59 öncesini saymayın” diyeceğini sanmıyorum. Galatasaray dördüncü yıldızı takınca “rütbenizi bilin” denmişti mesela. O hesap. Fakat esas mevzu daha arkada: Şampiyonluk başına sene başında alınan para.
Kapitalizm çok enteresan bir şey. Sistem, büyüğü daha da büyütmek için var. Bu şampiyonluk başına para olayı da bunun bir sonucu. Ver parayı Fener’e, ver parayı Cimbom’a, ver parayı Beşiktaş’a. Ee? Diğerleri ne yapsın? Bizde, misal İngiltere’deki gibi yeni gelene trilyarlarca Lira akıtmak da yok. Sistemi yapan “sözde büyükler büyüdükçe büyüsün, şiştikçe şişsin. Diğerleri de nal toplasın” diye yapmış.
Bence sorun burada. Bunun değişmesi lazım. Hadi saysınlar Fener’in şampiyonluklarını, desinler ki “tamam, Allah belanızı versin tamam. Aha, 28 oldu”. Ama aynı anda da desinler ki “bu para olayını değiştirdik. Şampiyonluk başına vermiyoruz parayı, başka bir sistem getirdik”.
Misal? Son 10 yılda “Süper” Lig’de toplanan puanlar işin %40’ı olsun, yeni gelenlere %20 verilsin, kalan %40 da bir şekilde dağıtılsın. Yani Fenerbahçe, artık şahitlerinin kalmadığı senelerdeki şampiyonluklar nedeniyle para almasın. Her sene 15. sırada ligi tamamlayan takım, yeni gelenden az para alsın. Gibi. Bu, bir anda öylesine yumurtladığım bir şey. Amaç, biraz da NBA’de olduğu gibi, rekabeti artırıp topyekun kalkınma.
Parayla beraber, bence, bu yıldız işinin de olması saçmalık. Almanya’a her 10 şampiyonluğa bir yıldız varmış, o da en fazla 3-4 yıldız kadarmış. Yani 150 şampiyonluğu olan takım da en fazla 3-4 yıldız takacakmış. Bence bizimkinden daha güzel. 200 sene sonra ne olacak mesela? Fener olmuş 60 kere şampiyon, Galatasaray olmuş 70 kere şampiyon, Beşiktaş olmuş 80 kere şampiyon… Armayı kaldırıp sadece yıldız mı takacağız?
Bir Başka Saçmalık: Profesyonellik
Bir amatörle bir profesyoneli ayıran şey nedir?
Paradır. Amatör, ya işten para kazanmaz, ya düzenli para kazanmaz, ya da büyük para kazanmaz. Ben de beste yaparım kendi çapımda, Rabbım ve milletim affetsin. İstersem Beethoven’ın Dokuzuncu Senfonisi veya Veysel’in Uzun İnce Bir Yoldayım’ını aşan, bence müziğin iki zirvesini oluşturan bu muhteşem eserlerden daha güzel bir şey yazayım, ben amatör kalmaya devam ederim çünkü bu müzikten para kazanmam.
Dikkatinizi ceblederim abilerim ablalarım: Sadece birkaç şarkı satarsam da amatör kalmaya devam ederim. Profesyonellik, kökünde profession’ı taşır ve profession, İngilizcede “karşılığında maddi kazanç edinilen şey” olarak (da) tanımlanır. Burada “bir şarkı sattın mı para kazanırsın” diyebilseniz de benim için bu yeterli değil zira müzikten düzenli para kazanıp hayatımı müzikle idame ettirmiyorsam müzik benim esas profesyonel alanım değildir. Eğer “bir defa para kazandın mı profesyonelsin” derseniz de benim düşünceme gerek bırakmadan “59 öncesi, futboldan para kazanılan her an profesyoneldir” demeniz lazım. Ondan onu geçip devam ediyorum:
Spor, müzik gibi, çok uzun süre pek az kişinin gerçekten profesyonel olduğu bir alan. Adamlar fabrikada işçi, hafta sonları bir araya gelip halısahada top oynar gibi şampiyonluk filan kazanmış vaktinde. O zamanlar futbol böyle bir şeymiş. Böyle bakarsak spor ve sanatın tarihini bayağı eksiltmemiz lazım. Hadi Beethoven müzikten para kazanıyordu, esas işi buydu. Esas işi doktorluk olan Murat Salim Tokaç var mesela. Müziğini beğenmem ya, ney ve tanbur çalar. Bu adamı müzisyen olarak değerlendirecek miyiz, değerlendirmeyecek miyiz?
Bana göre değerlendirmemiz lazım. Yukarıdaki cümlelerimle tezat görünmesine uğraştım, açayım: Sanatta ve sporda profesyonellik bir istisna durumu. Bunlarda kıstas alanın kendi içi olabiliyor ancak, bundan para kazanıp kazanmamak değil. Aşağıdaki videoya bakın mesela:
Barış Benice, maşallah, sadece taş gibi çalmıyor, aynı zamanda yeni bir solo yazıyor şarkıya. İnstagram adresinde yazdığına göre gitarist ve gitar hocası. Peki, yazdığı veya çaldığı şarkıların karşılığında para kazanmıyorsa “yok arkadaş, Barış gitarist değildir” diyebilir miyiz?
Halik çarpmazsa balık da mı çarpmaz?
İşbu minvalde, bu sanattaki ve spordaki profesyonellik tanımı bana kötü ve itici geliyor. Dahası, herkes kendi işine yarayacak başka bir profesyonellik tanımı uyduruyor. Biri diyor deplasmanlı lig olacak, diğeri diyor futbolcu sadece futbolculuk yapacak, yok küme düşme olacak, yok turnuva değil lig olacak, yok sponsorluk olacak…
Soru: Eğer 1959 öncesinde bonservisi var idiyse oyuncuların, ki vardı – olmasaydı Metin Oktay parayla gelemezdi Galatasaray’a mesela, bu adamları nasıl profesyonel saymayacağız? Yani bakın, en karşı çıktığım yerden, işten para kazanma noktasından bakıyorum olaya. Dahası, oyuncunun profesyonel olup ligin profesyonel olmaması garip değil mi? Hem de ortada, lisansını alacağımız bir federasyon ve onun kurallarını koyduğu bir turnuva varken?
Şartlar, Şartlar
Daha önce şunu demiştim: Trabzonspor’un formasında bir yıldız var baksanız. Ama o 1975-85 arasında solculara bir parça umut olmuş o ki Trabzon, benim için o yıldız Samanyolu değerinde.
Bu yıldız işine zerre önem vermiyorum, şampiyonluk başına paraya karşı olduğumu da belirttim. Benim baktığım yerden sorun olan şey, aynı senede iki turnuvanın oynanmış olması. Hangisini sayacağız, neye göre sayacağız? Benim bir cevabım yok. İşi ehline bırakmak zorundayım bu yüzden. Kendimce değersiz bir iki fikrimi sunmak istedim, o kadar:
Her şey kendi gününe göre. “Şu zamana dönsem öyle değil böyle yapmak isterdim” diye siz de düşünmüşsünüzdür. Peki, dönseniz başka türlü yapar mıydınız?
Hayır, yapmazdınız. O gün siz oydunuz ve o şekilde davranmanız sizce doğru olandı. İşte bu ligler filan da böyle. Yok Beşiktaş Amerika turnesine çıktı, yok şuna as takımını yollarken öbürüne yedekleri yolladı…
O günün topçuları, ekseriyetle (belki bütünüyle) işçi. Livırpul için tersane işçileri takımı denir ya mesela, sebebi bu. O topçular vaktinde gerçekten tersane işçisiydi. Liverpool’un deniz kenarında olması, orada tersane olması, takımın destekçileri arasında tersane işçilerinin olması değil yani mevzu.
Tersane işçisi adamlar alıyor üç kuruş para. “Hacı, Paris diye bir yer buldum. Orada da bizi sevenler varmış. Şu Paris FC’yle bir maç yaparsak tüm sene kazandığımızdan çok kazanacağız” desin oyuncunun biri; herkes gidip doktordan bir hafta rapor alır, Paris’te maça çıkarlar. Ligde maç kaçmış, önemsiz. Cebimiz dolacak.
Bugün dahi öyle değil mi? Çok yerli ve milli takımlarımız “Avrupa’ya gitmek için” ligde tepede bitirmeye çalışıp sonra orada yedek takımla çıkmıyorlar mı?
Olay ne? Para. Avrupa’da beş yemek önemsiz. Ayakbastı parası yetiyor bizimkilere. Aynı hesap, orada şu takım çıktı, burada bu takım çıktı sözleri önemsiz.
Üç Şehirden Takım
Wikipedia’ya göre 1936’daki demiryolları haritamız şu şekilde:
Sivas’ın doğusunda tren yok daha. Yol da aynı şekilde, hak getire. 59’dan sonra ta 1967’ye dek yine sadece üç ilden takım var. 67’de Eskişehir, 68’de Bursa ve Mersin geliyor da ligde üç ilden fazla takım temsil ediliyor. Ne yapacağız, “67 öncesini silmek lazım” mı diyeceğiz? Dahası. Trabzonspor ta 1975’te giriyor lige. 75’te dokuzuncu olduktan sonra 76 ve 77’de şampiyon oluyor. “Kaç kere şampiyon olmuş takımın bulunmadığı seneleri saymak nedir” diye soran birine verecek cevabınız var mı? Benim yok. Gayet de haklı bulurum yani.
Yerel Ligler ve Türkiye Kupası – ve Bir Daha Yıldız
Neden yerel ligler oynandı? Sebebi basit: Para azaldıkça ulaşım ve konaklamaya bütçe ayırma ihtimaliniz azalıyor. Zaten işçi olan bu adamlar doktordan kaç kere rapor alıp deplasmana il dışına gidecekti? Hangi parayla treni, oteli karşılayacaktı? Yoksa, bugün neden alt liglerde hala bölgesellik var? Neden mesela, atıyorum, İstanbul’dan Güngören Belediyespor Mardin Midyatspor’la aynı grupta değil? Yani bu takımlar kaçıncı ligde, ne yapıyorlar bilmiyorum. “Amatör” olduklarını varsayıyorum sadece. Misal bu, mevzuyu anlayın.
Bu yerel lig şampiyonlukları da sayılsın mı? Sayılsın. Ben, emeğin karşılığının verilmesi tarafındayım. O ki o gün para yoktu ve yerel lig oynandı ancak, tabi ki sayılacak. “O zaman Trabzon’un seksen şampiyonluğu var”. E haktır?
Yerellik ve millilik arasındaki fark ne olacak? İşte benim sorunum burada. Misal aynı sene Fener İstanbul’da, Galatasaray Türkiye’de şampiyon olmuş olsun. Ne yapacağız?
Cevabımı yukarıda verdim: Yıldız ve para sistemi değişsin. Bu, “Türkiye kupasını da sayın o zaman” argümanını da boşa düşürüyor. Saysınlar, umurumda değil.
Bu arada, yıldız sistemine karşıtlığım şu takımın şu kadar, bu takımın bu kadar yıldızı olacak diye değil. Oturup hesaplamadım. En çok Trabzon’un yıldızı olsa ne olur, Fener’in olsa ne olur, Galatasaray’ın olsa ne olur? Sevilla’yı, Lille’i, Everton’ı geçtim; bugünün Leeds’ini, Valencia’sını yenecek takımımız yok. 2019-20’de Galatasaray Club Brugge’den iki puan aldı ancak. Östersunds’a elendi 17-18’de. Fener gitti Vardar’a elendi aynı sene. Allah aşkına, Türkiye’de beş milyon şampiyonluğu olsa, sekiz trilyar yıldız taksalar kaç yazar? Vardar’a elenen takım Türkiye’nin en yıldızlı takımı olsa ne olur?
Ben, 2000’de sokağa çıkıp kutlayan nesildenim. Bizim için takım yoktu, milli takımdı Avrupa’daki her takım. “Kupa Türkiye’de” idi, “kupa Galatasaray’ın” değildi. Türkiye çıkıyordu yarı finale, çeyrek finale. Atıyorum, Antalyaspor UEFA’yı alsa “yıldızı bile yok” mu diyeceğiz?
Belki de ben eski kafalıyım. Bilmiyorum. Ya da fazla iyimserim.
Hatta bakın, şimdi aklıma geldi: Yıldız çok lazımsa Avrupa’daki kupalara göre taksınlar yıldızları. Sadece Galatasaray’da olsun yıldız, hem de iki tane. Belki o zaman Türkiye liginin bir araç olduğunu, Avrupa’nın amaç olduğunu hatırlarlar. Hoş, görüntüye göre ilanihaye Galatasaray yıldız sahibi tek takım olur ya, olsun. Dedim ya, yıldız umurumda değil.
Çok Uzadı…
Konuyu tartışanların sadece ben gibi Fenerliler ve Galatasaraylılar olması zaten konunun ne kadar saçma olduğunu göstermeye yetiyor da artıyor. Benim iki amacım var, ikisi de pek az kimsenin umurunda:
- “59’dan önce Metin Oktay gazozuna topçuydu” demek zorunda kalacak kadar alçalmasın bir Galatasaraylı. 55-59 arasında bu adam kulüpte çaycılık mı yaptı arkadaş? O kadar top oynadılar, boşuna mı oynadılar? 1954’te mesela, Dünya Kupasına giden topçular neydi? Gazozuna topçu muydu? Hadi diyelim ki gazozuna topçuydu. Eskaza biz o 54 kupasını almış olsaydık ne diyecektik bugün o kupa hakkında? Gazozuna dünya kupasını aldık filan mı?
- Sekiz yüz yıldızımız var demek için; emeği filan boş verip sadece şekil için konuşmasın bir Fenerli. Ne olacak, seksen bin yıldız olsa ne olacak? Daha bu hafta sonu lig sonuncusu Denizli’yi ancak ıkına sıkına 1-0 yendik. Bak, burada, Fenerbahçe’nin kendi sitesinde de 50-57 arası boş. O da, TFF 57-58’i Beşiktaş’a verdi diye. Yoksa 50-59 olacaktı o. Ne oldu, 50-57 arasında top oynanmadı mı bu ülkede?
Herkes kendi çıkarının peşinde. Rezillik. Vallahi rezillik. “Bu adamlar o kadar ter akıttı, buna biraz saygı duyalım. Tüm kayıtları alıp önümüze koyalım, şu şampiyonluğa göre para ve yıldız işini yeniden düzenleyelim ve her emeğin karşılığını verelim” diyen yok. Onun işine öyle geliyor öyle diyor, bunun işine böyle geliyor böyle diyor…
Kapanışı da tekrarla yapayım: Fenerli de olsam solculuk serde baki. Haliyle de Trabzonspor’un o yıldızı, Fener’in tüm yıldızlarından daha fazla öneme sahip benim için.